11 Ocak 2017 Çarşamba

KONYA İLÇELERİ

Selçuklu

Selçuklu ilçemizin tarihi geçmişi, kültür, sanat, eğitim, bilim ve askeri hayatı Konya'dan ayrı düşünülemez. Tarihi Konya ile 20. Yüzyıl Konya'sının sentezi olan Selçuklu; Anadolu Selçukluları'na başkentlik yapmış, bağrında Sultanlar yetiştirmiş, hakimiyetini 6 asır sürdürecek Osmanlı Devleti'ne kılavuzluk ve beşiklik yapmış şerefli bir maziye ve tarihe sahiptir. Konya, Türk kültür ve uygarlığının Anadolu`da kökleşip yaygınlaşmasında en büyük etken olmuştur. İlimizi yılda 2 milyon turist ziyaret etmektedir. Selçuklu’da, 3000 yıl öncesine ait otantik yerleşim birimi olan Sille ve birçok tarihi yapı yer almaktadır. Bir dizi devlete ve XI. yüzyıldan XIV. yüzyıla kadar hakim olan "Selçuk" kelimesinin aslı ile ilgili iki görüş ileri sürülmektedir. Bu konuda uzman tarihçilerimizden rahmetli Osman Turan'a göre kelimenin aslı "Selçuk" değil "Salçuk" tur. Eski Türkler, "Sal" ekli "Saltuk, Salpur, Salur..."gibi kelimeleri kullanmaktadırlar. Burada " Selçuk" isminin aslının "Selçuk" olduğunu belirtir. Selcük "Küçük sel" anlamındadır."Selçuk" da "Selcük" de Türkçe ses uyumuna uygun kelimelerdir. Kelime yapısı bir yana Selçuk, Oğuzlar Devleti (Yabguluğu) içinden kopup, gelerek İslam gazisi olan bir Kınık Beyi'nin adıdır. Yüzyedi yaşında ölen Selçuk Bey'in adı, torunları devrinde istiklalini ilan eden devletin ismi olmuştur. O devlet, Büyük Selçuklular veya Selçuklu Cihan Devleti'dir. Adı üstünde Türkistan'dan Anadolu'ya kadar eski dünya kıtalarını elinde tutan bu devlet, yeni filizler vermeden göçmez. Verdiği ilk filizlerden birisi Anadolu Selçuklu Devleti'dir. Alp Arslan Gazi yani Büyük Selçuklularla asıl Anadolu kapıları; Anadolu Selçukluları ile vatanlaştırılıp elde tutulmuştur. Konya bir göl tabanı olan ovanın tabanında kurulmuştur. Hemen batısında Takkeli ve Loras Dağları yükselmektedir. En önemli akarsuyu, Meram Deresi'nden gelip yazın Konya bağ ve bahçelerini sulayan, kışın doğudaki Aslım bataklığına dökülen Meram Çayı'dır. Selçuklu’da, yoğun nüfus ve gelişmişliğe paralel olarak insanların sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik alışveriş ve eğlence merkezleri de oluşmuştur. İlçede her türlü alışveriş imkanı bulunmaktadır. Selçuklu’da mağazalar zinciri ve uluslararası markaların bulunduğu alışveriş merkezlerinin yanı sıra dev iş merkezleri ve pasajlarda bulunmaktadır. Sinema salonları, eğlence merkezleri, kültür merkezleri de halkın vakit geçirebileceği yerlerdir. Ayrıca halkın ihtiyaçlarını karşılayabileceği ondört adet semt pazarı kurulmaktadır. Selçuklu ilçemiz son yıllarda yerleşim ve kent gelişimi yönünden hızlı bir ilerleme gösterdiğinden, halkın ilgi odağı haline gelmiştir.




Meram

Meram'ın tarihi ile Konya ili tarihi arasında bir paralelik bulunmaktadır. Tarih devirlerinde Konya ili Hititler, Frigler, Lidyalılar ve Persler tarafından yönetilmiştir. Büyük İskender ve Romalılar tarafından ele geçirilen Konya, Selçukluların başşehri olur. Daha sonra Konya'da Karamanoğullarının müteakiben Osmanlı Devleti'nin hakimiyeti görülür. İsmini Meram Bağlarından alan Meram ilçesi; Konya ilinin 3 merkez ilçesinden biridir. T.B.M.M.'nin 20 Haziran 1987 tarihli oturumunda Konya il merkezinin Büyükşehir hüviyetine kavuşturulmasıyla Karatay ve Selçuklu ilçeleriyle birlikte doğmuştur.. 19500 Sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan 3399 Sayılı Kanunla ilçe hüviyetine kavuşan Meram ilçesi, 1112 Km2' lik yüzölçümüyle Konya'nın önemli bir yerleşim merkezi olarak, kuruluş çalışmalarını tamamlamış 08 Ağustos 1988 tarihinden itibaren hizmete başlamıştır. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi'nde gezip-gördüğü yerler arasında bağ bahçe, bostanlardan söz ederken bağlık-bahçelik bu yerlere her defasında "Bağ-ı Meram" ifadesini kullanmaktadır; hatta buraların Konya'nın Meram'ı gibi olduğunu ifade etmektedir. “ Peçevi şehrinin Baruthane mesiresi, Kırım’ın Sudak Bağı, İstanbul’un yüz yetmiş beşten fazla bahçe ve gülistanları, Tebriz’in Şah-ı Cihanbağı, Konya’nın Meram Mesiresinin yanında bir çemenzar bile değildir.” Konya merkezine 10 dakika mesafede bulunan Meram, insana doğa ve hayat sevgisi sunuyor. Yeşil alanları, mesire yerleri ile ünlü Meram eskiden bağlık bir alanmış. Meram bağlarından bugüne ise sadece türküsü kalmış. Bağların yerinde lüks yapıların ve villaların yükselmesine rağmen Meram Çayı ve yeşil alanlar hala güzelliğini korumaktadır. Meram Çayı’nın her iki yanını çay bahçeleri ve lokantalar süslüyor. Çayın içinde gezinti tekneleri bulunuyor. Aydın Çavuş Tepesi’ne çıkarak tüm Konya’yı kuşbakışı görebilirsiniz. Aslında, Konya güzelliklerini göstermek konusunda Aydın Çavuş'a oldukça cömert davranıyor. Meram’a geldiğiniz zaman Konya'nın yöresel yemeklerini bir de burada, doğa eşliğinde tatmalısınız. Meram ilçesi, konum itibariyle Konya'nın güney ve güney batısında yer alır. İlçenin kuzeyinde Selçuklu; güneyinde Çumra; Akören ve Bozkır, batısında Beyşehir ve Seydişehir; doğusunda Karatay ilçeleriyle çevrelenmiştir. Meram ilçemizin kuzeyi ve batısı dağ ve tepeleri çevrilidir, güneyi açık geniş bir ovalıktır. İlçemizin sulama suyu ihtiyacı Altınapa Barajı'ndan karşılanmaktadır. Kara iklimin görüldüğü Meram ilçesinden akarsuların yok denecek kadar az olması sulanan arazi miktarının az olması sorununu doğurmaktadır. Meram'ın tarihi ve turistik unsurları: Kilistra Antik Kenti: Konya'nın 34 km. güney batısındaki Hatunsaray Bucağının 16 km. kuzey batısındaki Meram'a bağlı Gökyurt Köyü sınırları içerisinde yer alıyor. Ana yoldan içeriye doğru ayrıldıktan sonra 12 km lik asfalt yol ile ulaşılan Kilistra da ilk dikkat çeken kayalara oyularak yapılmış kiliseler oluyor. Kapadokya bölgesinde görülen peri bacalarını andıran görkemli kayalar içindeki kiliseler, rahat gezilme imkânı sunarken, yapılan temizlik çalışmaları ve demir parmaklıklı kapılarla korunmaya çalışılmış olduğu görülüyor. Duvarlarında resim veya kabartmaya rastlanmayan ve bazı kaya oyma odaların iki katlı oluşu dikkat çekiyor. Basamaklarla çıkılan çevreye hâkim tepe, Kilistra'nın tamamını seyir imkânı veriyor. Yapılan çalışmalarda Kilistra'da M.Ö. III. y.y. kadar yerleşim olduğu anlaşılmış. Konya’nın 49 km güneybatısında yer alan Kilistra, henüz keşfedilmemiş, bakir bir hazine. 1997’den beri kazıların devam ettiği, yemyeşil bir doğanın içinde, mağaraların ve yükseklerde kayalara oyulmuş inziva odalarının bulunduğu Kilistra, Bizans devrinde yoğun bir şekilde Kapadokya benzeri kaya oyuğu yerleşmelerine sahne olmuş ve kentin kuruluşunda ve yapılaşmasında gizlilik esas alınmış. Yerel adı Gilissıra olan Gökyurt köyü, İncil’de anlatılan efsanelerde adı geçen antik Kilistra üzerine kurulu. Dört yıl öncesine kadar köy halkı tarafından ahır ve depo olarak kullanılan bu kaya oluşumları ilk defa burayı ziyaret eden bir fotoğrafçı tarafından fark edilmiş. Daha sonra köyde başlatılan kazı çalışmaları sonucu kaya oluşumları açığa çıkarılarak içleri boşaltılmış. Kültür Bakanlığı tarafından SİT alanı ilan edilen köyde kazı çalışmaları hâlâ devam ediyor. Bugüne dek yapılan kazılarda, beş şapel, bir şaraphane, bir su sarnıcı, on karlık, bir seramik atölyesi, iki gözetleme kulesi, bir karakol, bir manastır grubu, bir şehir merkezi kazılıp temizlenmiş. Listradan (Hatunsaray) gelip Mistiya'ya Beyşehir'e doğru devam eden tarihi kral yolu (Vig Seboste) üzerinde yer alan antik kentin M.S. 7. y.y. da yumuşak kayaların oyulması ile birçok kaya yerleşmesi oluşturulmuştur. 1998 yılında giderleri İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından karşılanmak üzere Konya Müze Müdürlüğü adına yapılan kurtarma kazısı çalışmalarında, Haç Planlı Şapel, Sümbül Kilise, Büyük Su Sarnıcı ve Sirahanelerde temizlik, restorasyon, çevre düzenlemesi yapılmış. M.S. 8. y.y.'a ait olan Haç Planlı Şapel iç ve dışı yekpare kaya oyuğu olması nedeniyle eşine az rastlanan niteliğe sahip olduğu belirtiliyor. Meram Bağları : Konya şehir merkezine 8 km. uzaklıkta Meram Çayının da bulunduğu türkülere konu olmuş eşsiz bir mesire yeridir. Meram'da Selçuklu Devrinde Hasbeyoğlu Mescidi, Hamamı ve Dar'ülhuffazı ile Tavusbaba türbesi bulunmaktadır. Kızılviran Hanı : Konya-Beyşehir karayolu üzerinde olup, il merkezine 44 km. uzunlukta, kışlık ve yazlık bölümleri bulunan bir handır. Yemin Ormanı : Tavusbaba Türbesinin de bulunduğu tepe üzerinde Cumhuriyet Döneminde yapılan ağaçlandırma çalışmaları sonucu kazanılan Yemin Ormanı, piknik yerlerine ve 2 ayrı dinlenme tesisine sahip bulunmaktadır. Arkeloji Müzesi : 1962 yılında açılan Arkeloji Müzesinde Neolitik, Erken Bronz, Hitit, Frig, Grek, Roma ve Bizans devirlerine ait eserler teşhir edilmektedir. Sahipata Camii bitişiğinde yer alan Arkeloji Müzesinde Çatalhüyük, Canhasan, Erbaa Sızma, Karahüyük ve Alaeddin Tepesindeki kazılarda bulunan eserler bulunmaktadır. Atatürk Müzesi : Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Konya'yı şereflendirmeleri sırasında kaldığı ev 1928 yılında Muskafa Kemal Atatürk'e hediye edilmiştir. 1964 yılında müze olarak düzenlenen evde Atatürk'e ait elbiseler, özel eşyalar, fotoğraflar ve belgeler sergilenmektedir. Sırçalı Medrese Müzesi : Gazialemşah Mahallesindedir. Avlulu Medrese tipinin güzel örneklerindendir. Fıkıh öğretimi üzere Bedrettin Muslik tarafından 1242'de yaptırılmıştır. MERAM İLÇESİ VAKIF ESERLERİ: Tahtatepen Camii, Emir Halil Camii, Kadı Mürsel Camii, Kürkçü Mescidi, Fahrünnisa Mescidi, Yaka Mahallesi Mescidi,Faruk Camii,Yolcuoğlu Camii, Selma-ı Pak Camii, B.Kovanağzı Camii, K.Aymanas Mühürcü Camii, Serame Camii, Aşkan Camii, Araböldüren Camii, Pürümcekbaşı Camii, Mecidey Camii, Ayanbey Camii, Emir Nurettin Camii, Nasuhbey Camii, Ateşbaz Türbesi, Aski Camii, Übeyit Camii Saatçi Camii, Telli Mescidi, Tarhan Mescidi, Turut Cemal Ali Dede Camii ve Külliyesi, Şeyh Ebrul Vefa Camii, Avgın Camii, İplikçi Camii, Şükran Camii, Şeyh Osman Rumi Camii, Tahir Paşa Camii, Abdülmümin Camii, İhtiyarettin Mah. Vakfı, Hasbey Mescidi, Hoca Hasan Camii, Abdülaziz Camii, Amberreis Camii, Turgutoğlu Türbesi, Furkan Dede Mescidi, Ak Camii, Kömürcüler Camii, Kapu Camii, Havzan Buzhaneleri, Hoca Fakih Türbesi, Cemel Ali Dede Türbesi, Tahir ile Zühre Türbe ve Mescidi.


Karatay

Karatay ilçemizin kuruluşu her ne kadar Konya'nın büyükşehir olması ile gerçekleşmiş ise de tarihi ve sosyal yapı itibariyle en eski ilçelerimizden biridir. Karatay bölgesinin kuruluşu Prehistorik döneme kadar uzanır. Tarihi yapılaşma daha çok Selçuklu, Karamanoğulları ve Osmanlı dönemlerinin karakteristiğini gösterir. Karatay ilçemiz adını Anadolu Selçuklu Devlet adamlarından Celalettin Karatay' dan almistir. Celalettin Karatay , Anadolu Selçuklu Sehzadelerinin taht kavgalarina son vererek 1249 - 1254 yillari arasinda devleti birlikte yönetmelerini saglayan büyük bir devlet adamidir. Celalettin Karatay, 1. Izzettin Keykavus döneminde "Devat Emirligi" (gizli belge yazma ve koruma görevi) ve ordu komutani olarak görev yapti. 1. Alaaddin Keykubat döneminde "Tasithane Emiri" (legencibasi) olarak yaklasik 18 yil çalisti. Celalettin Karatay barissever bir insandi. Onun döneminde bas gösteren taht kavgalari hep barisçi yollarla sona erdirmistir. Devlet yönetiminde etkin rol oynayan Celalettin Karatay yönetime sorun çikaran devlet adamlariyla sürekli mücadele içinde yasamistir. Anadolu Selçuklu döneminde Devletin birliginin bozulmamasi için büyük gayret göstermis bunda da basarili olmustur. Konya'da bulunan Karatay Medresesi yaptirmis oldugu önemli eserler arasindadir. T.C. Bakanlar Kurulunun 20.06.1987 tarih ve 3399 no'lu karari ile Konya Belediyesi Büyüksehir statüsüne geçmis ve Büyüksehir'e bagli 3 merkez ilçe ihdas edilmistir. Bu üç merkez ilçeden birisi olan Karatay'a da yukarida hayati yeralan Selçuklu Devlet adami Celalettin Karatay'in ismi verilmistir. Karatay Medresesi, Şerafettin Camii ve yol güzergahında yer alan hanlar ve kervansaraylarda bu özellik kendini göstermektedir. Turizmin her mevsim canlı kalmasını sağlayan ve ülkemizde yerli ve yabancı turistler tarafından devamlı ziyaret edilen Mevlânâ Müzesi, büyük matasavvıf Mevlana Celaleddini Rumi'nin arkadaşı ve yetişmesinde büyük emeği geçen Şems-i Tebrizi'nin mezarı, Karatay ilçemize bambaşka bir benlik ve kimlik kazandırmaktadır. İlçemiz Karatay’ ın arazi yapısı genel olarak düz ve ova şeklindedir. En yüksek yeri Aksaray yolu üzerinde "Bozdağ" dır. İklim karasaldır. Bitki örtüsü iklimin karakteristik özelliklerini yansıtır. İlkbahar aylarında yağışlarla yeşilliğe bürünür. Yaz sıcaklığı ve kuraklığı ile yeşillikler kaybolur, sararır ve Bozkır halini alır. Karatay’ın Obruk yöresi yayla karateri taşır ve Obruk köyü yakınlarında küçük bir Obruk Gölü vardır. Dokumacalık, El İşlemeleri, Kaşıkçılık, Keçecilik, Obruk yöresinde kilim dokumacılığı gibi el sanatlarını sayabiliriz.

Ereğli

Ereğli ismi ülkemizde 15 ayrı yerleşim yerinde kullanılmaktadır. Ancak bunların en tanınmışı Konya Ereğli’dir. Ereğli yeşilliğiyle, modern kentleşmesiyle, zengin maden kaynaklarıyla, İvriz Çayı'nın suladığı bereketli topraklarıyla ve Lykonia, Klikya ve Kapadokya üçgeninin uç noktasında yer alan Ereğli antik yollarının kesiştiği bir merkezde bulunması nedeni ile ,insanlık tarihinin ilk evrelerinden itibaren yüksek kültürlerin buluştuğu, Konya’mızın nadide ilçelerinden biridir.

         Ereğli kuzeyde Toros dağlarının eteğinden başlar ve engebesi giderek azalarak Konya Ovasına yayılır. İlçe Merkezinin 20 km güneyinden geçen Toros Dağlarından başka sönmüş Volkan Dağları Hasan Dağı (3258 m) ve kuzeybatı Karacadağ ile çevrilidir. En önemli akarsuyu İvriz Çayı’dır. Üzerine kurulu İvriz barajı ile Ereğli’de tarım alanlarının sulanmasını sağlayan İvriz Çayı, diğer taraftan Ereğli’nin içme suyu ihtiyacını da karşılamaktadır.

          Ereğli, İç  Anadolu yaylasının Konya Ovası ile güneye uzanan ve Toroslar'da son  bulan, denizden 1054m yükseklikteki düzlüğe kurulmuş olup ilçe 37 - 38 kuzey enlemi ile 35,5 - 34,5 doğu  boylamı arasındadır. 2260 kilometrekarelik  bir  alana sahiptir. Doğusunda Ulukışla, kuzey doğusunda Bor, kuzeyinde Aksaray, kuzey batıda  Karapınar, batısında Ayrancı,güneyinde Halkapınar ve Toros Dağları ile İçel ili bulunmaktadır.

          Ereğli Ovasına hayat  veren su  kaynaklarının hepsi de Toros Dağları çıkışlıdır. Kar, yağmur  beslemelidir.  Su  yönünden zengin  bir  beldedir. XX. Yüzyılın ikinci  yarısına   kadar sadece  akarsular  ile sulanan arazi, son yıllarda  yer altı sularından da büyük boyutlarda faydalanmaktadır.

         Akarsularının yıllık  ve  aylık debileri  arasında  çok büyük  farklar  vardır.Bugün için Halkapınar ilçesi sınırlarında kalan İvriz  Çayı hem Ereğli ovasında  tarım  arazisinin  sulamasında hem de şehir içme suyu olarak  kullanılmaktadır. Bu çay üzerinde sulama amaçlı İvriz Barajı bulunmaktadır.

         Toros  Dağlarının  kuzey eteklerinden çıkan Delimahmutlu ve İvriz Çayları ile yer altı sularının  bolluğu ilçemizin  yeşil Ereğli  adıyla anılmasını sağlamaktadır. Akarsu kıyılarında  söğüt, kavak  ve çeşitli tabii yeşillikler vardır.

            İlçemiz Ereğli'de   meyvecilik de hayli gelişmiş  durumdadır. Özellikle  beyaz  kiraz, Napolyon kiraz vişne, elma olmak üzere çeşitli meyve ağaçları yetiştirilmektedir. Orman  İşletme Şefliği'nce  ağaçlandırma faaliyetleri  artarak  devam  etmektedir. Bu çalışmalar sonucu  494845 hek. alan, karaçam, ardıç  ve  meşe  ile ağaçlandırılmıştır. Dağlık bölgelerde az çok çalılık ve orman örtüleri görülmektedir. Ereğli'nin 1997 genel  nüfus  sayımı  sonuçlarına göre toplam nüfusu 118.929' dur. Bu  nüfusun 77.790'u  ilçe merkezinde 41.150'si köy  ve kasabalarda yaşamaktadır.

             Ereğli  İç Anadolu  Bölgesine  hakim tipik bir kara iklimi görülmektedir. Yazları sıcak ve kurak , kışları soğuk ve kar yağışlıdır.
                         
                           İvriz kaya kabartma anıtı:

             Konya Ereğli'ye gelmişken, 21 km uzaktaki İvriz'i mutlaka görmek gerekiyor. Ereğli Belediyesi İvriz yolunun en uygun bölümlerine tabelalar yerleştirmiş. Böylece kimseye sormadan, İvriz'e ve görkemli kaya anıta ulaşabiliyorsunuz. Tuwana krallığından zamanımıza kadar en önemli kabartma, geç Hitit dönemine ait ve Tuwana kralı Warpulowas tarafından M.Ö. 8. yüzyılda yaptırılmış.

             Bereket tanrısı Tarhundas ile onun karşısında ibadet eden Kral Warpulowas figürleri ve arka kısmındaki Hitit hiyeroglif yazısında; "Ben hakim ve kahraman Tuwana kralı Warpulovas. Sarayda bir prensken, bu asmaları diktim. Tarhundas onlara bereket ve bolluk versin." deniliyor. Kabartmada Hitit sanatından başka, Asur ve Frig sanatı etkileri de görülüyor.

             Yazın inanılmaz derecede soğuk bir suyun bulunduğu İvriz, ceviz, ceviz büyüklüğünde kiraz, fındık ve üzümüyle ünlü. Baraj gölü çevresi ise keyifli kır lokantaları ile konukları ağırlıyor.

Çumra

Çumra 1926 yılında Atatürk'ün emri ile kurulmuştur.   Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, trenle Adana’ya giderken Çumra’da verdiği mola esnasında Çumra istasyonundan etrafı seyredip, sulama tesis ve lojmanlarını gördükten sonra; “ Bu şirin beldeyi geliştirmek, buraya önem vermek lazımdır. Çumra ilçe olmaya layıktır.”  demiştir. Atatürk’ün emri ile 30.05.1926 tarihli 404 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, 877 sayılı kanunla Çumra ilçe merkezi haline getirilmiştir. 1936 yılında Romanya ve Bulgaristan'dan gelen göçmenler ilçeye yerleştirilmiştir.

         Çumra ilçesi, İç Anadolu'nun güneyinde, Türkiye'nin en büyük kapalı havzası olan Konya Ovası'nda yer alan ve Konya iline bağlı olan bir ilçedir. Merkezi Konya'nın 43 km kuzeydoğusunda Konya-Karaman demiryolu üzerine kurulmuştur, 1926 yıllarında doğup gelişmiş bir kenttir. İlçe kuzeyinde Karatay, doğusunda Karapınar, batısında Akören, Meram, güneybatıda Bozkır, Güneysınır ilçeleri güneydoğuda da Karaman ili ile sınırlı olup genel anlamda 37-38 doğu meridyenleri ile 33-34 kuzey enlemleri arasında Çumra'nın köy ve kasabalarıyla beraber toplam yüzölçümü 2330 km²'dir. Çumra ilçe merkezinin yüzölçümü yaklaşık 25 km²'dir. Çumra ilçesinin dörtte ikisi ovalıktır. İlçenin denizden yüksekliği 1013 m olup Konya'dan 13 m daha aşağıdadır. Apa ile Dinek Kasabası'nda ormanlık yerler mevcuttur.

         Çumra ilçemizin doğusunda Karaman, batısında Akören İlçesi, kuzeyinde Karatay, Karapınar ilçeleri, güneyinde Güneysınır İlçeleri bulunmaktadır. İlçemiz  ova üzerine kurulmuştur. Ancak çok az sayıdaki köyü dağlık arazidedir. Apa Köyü ile Dinek Kasabaları'nda ormanlık alanlar mevcuttur. İlçenin kuzey, güney ve doğusu verimli tarım alanlarıyla kaplıdır. Çumra yöresinin tek akarsuyu Çarşamba Çayı olup, sulama amaçlı kullanılmaktadır.

                 ÇUMRA'NIN BİTKİ ÖRTÜSÜ VE DAĞLARI

         Çumra'nın mevcut olan karasal iklimi dolayısıyla doğal bitki örtüsü bozkırdır. Çumra Ovası daha çok çorağa ve sıcağa dayanıklı bitkilerle kaplıdır. Konumu ve morfolojik yapısı itibari ile Çumra ilçesi orman yönünden farklıdır.

         Çumra ilçesi yüzey şekilleri bakımından fazla engebeli sayılmaz. Güneybatıda 1521 m rakımlı Kel Dağı, Çökek Dağı, güneyde Kabakbaşı Karaburun Dağları, doğusunda Çumra ile Karaman hududunu birbirinden ayıran ovanın ortasında 2288 m rakımlı Karadağ bulunmaktadır. Alibeyhüyüğü kasabasının güneybatısında, mahalli isimle söylenen üzerinde bitki örtüsü bulunmayan Abaz Dağı vardır.

         ÇUMRA'NIN FİZİKİ YAPISI VE ŞEHİRCİLİK ACISINDAN DURUMU

         Çumra’ya yakın zamanda yapılan, bir çok ilke imza atan, Şeker Fabrikasıyla bölge her yönden canlanmaya başlamıştır.Özellikle son zamanlarda Çumra'ya yapılan Toki evleri vb. modern yapılaşma örnekleri şehre ayrı bir görünüm kazandırmıştır. Çumra halkının en gözde mesire alanlarından olan Sırçalı Hüyüğü'nden bu kentsel gelişim daha iyi gözlenmektedir.

         Çumra coğrafî olarak tamamen düz bir ovada kurulu olması sebebiyle yaygın bir yerleşime sahiptir. İzzetbey Mahallesi ilçenin ilk ve en eski mahallesi olup, aynı zamanda Çarşı Merkezini içinde barındırır. Sadece Çarşı Merkezi'nin bir bölümü dikey yapılaşmaya sahne olup, onun dışında tüm mahallelerde genel de tek ve iki katlı bahçeli evlerden oluşmaktadır, ilçemizin şehir merkezi yüzölçümü yaklaşık 25 km²'yi bulmaktadır.

         Toplam 12 mahallesindeki 450'yi aşkın tüm cadde ve sokakların uzunluğu yaklaşık 500 km’yi bulmaktadır. Bu haliyle ilçemiz, uzunluk itibariyle çoğu orta büyüklükteki il merkezlerinden daha büyük bir yerleşim alanına sahiptir. Çarşı Merkezinde çoğunlukla yine eski ve 2 katlı binalar mevcuttur. Modern işyerleri, mağazalar, alış veriş merkezleri ise yaygınlaşmaya başlamıştır.

         Konya il merkezine yaklaşık 45 km mesafe de oluşu yüzünden maddi imkanları yerinde olan pek çok aile Konya'ya göç etmekte ve bu nedenle Çumra'mız hem ekonomik ve hem de sosyal kültürel birikimi olan büyük bir nüfusunu Konya'ya göç vermektedir. Her halde Çumra'dan göç ederek Konya'ya yerleşen Çumralıların sayısı halen Çumra'da ikamet edenlerin sayısından daha fazladır. Belediyemiz başta toplu konut olmak üzere spor tesisleri ve alış-veriş merkezlerinin ilçemize kazandırılabilmesi yönünde çok yoğun bir çaba içerisindedir. Nihayet İlçemizin 80 yıllık tarihinde ihmal edilmiş olan başta kanalizasyon olmak üzere içme suyu ve elektrik hatlarının yenileme çalışmaları son hızla sürdürülmekte ve en kısa sürede bitirilmeye çalışılmaktadır. Alt yapı çalışmalarının bitirilmesi ilçemizin modern üst yapı hizmetlerine kavuşmasının da önünü açacaktır.

      ÇUMRA'NIN TARİHÇESİ

         Güzel ilçemiz Çumra’nın tarihi çok eskiye dayanmaktadır. Çumra’nın 12 km  kuzeyindeki, dünyanın en eski yerleşim alanı olan ÇATALHÜYÜK ’te, İngiliz ve Türk Arkeoloji ekiplerince yapılan kazılarda Neolitik Devre   ait 7 katlı şehir harabeleri bulunmuştur. M.Ö.5000 yıllarında Neolitik Döneme ait medeniyetin burada başladığı anlaşılmıştır.

         Çumra'nın tarih öncesini anlatan en önemli merkezi, Çumra'nın 12 km. kuzeyinde bulunan ÇATALHÖYÜK’ tür. Çatalhöyük ve çevresinde yasayan toplumların M.Ö. 7000 yıllan öncesi neolitik devre ait medeniyetin buradan başlayıp, dünyaya yayıldığı anlaşılmıştır. Yapılan kazılar neticesinde bu dönemde yaşayan insanların evler yaptıklarını, evler aralık bırakılmaksızın yan yana inşa edilmek suretiyle sur yerini tutacak, bir savunma hattı meydana getirilmiştir. Bu evlerin kapıları olmayıp, damın üzerinde açılan bir delikten merdivenle İçeri iniliyor ve sonra merdiven çekiliyordu.

       Neolitik devirde yaşayan İnsanların seramik kapları bildikleri, hayvanları evcilleştirdiklerini ve tarıma başladıklarını, mağaraları süsledikleri, kerpiç evlerin iç duvarını kırmızı aşı ve siyah boya, av hayvanlarının resimleriyle süsledikleri, çakmak taşından av aletleri, çeşitli taş ve kemiklerden ev ve süs eşyaları, pişmiş toprak taştan heykeller yaptıkları yapılan araştırmalardan anlaşılmaktadır.
     
         Çatalhöyük ve civarında yaşayan toplumların Yeryüzünün en eski kavmi olduğu kazıda çıkarılan eserlerde görülmektedir.  Çatalhöyük’ün özelliği insanların kurdukları ilk şehir olmasıdır. Neolitik devirden kalma Çumra ve çevresinde birçok hüyük mevcuttur. Bunlar:
        Sırçalı Hüyük ,Seyithan Höyüğü ,Karahüyük ,Katkın Höyüğü ,Dedemoğlu Höyüğü ,İçeriçumra Höyüğü, Alibeyhüyüğü ,Çatalhöyük ,Küçükköy Höyüğü ,Abditolu Höyüğü ,Üçhüyük köyünde bulunan üç adet hüyük.
         Tarih çağlarında bulunduğu yer hakkında en eski yazılı kaynağı ise eski Hitit krallığı zamanından kalan Telepinuş Fermanında rastlarız. Çumra'nın kuzeydoğu kısmında bulunan Üçhüyük ve Türkmen Karahüyük, Alibeyhüyüğü kasabası civarında Hititlerin yaşadığı buralarda yapılan kazılarda çıkarılan tarihi eserlerden anlaşılmaktadır. Hititler, Çumra çevresine uzun müddet hâkim olmuş, bu çevrede birtakım şehirler kurmuşlardır.
        Çumra ve çevresinde Frikyalıların ve hatta kısa süte ile Lidyalıların hâkimiyet kurdukları anlaşılmaktadır. Pers kralı Ahamanis, Çumra ve çevresini Perslere bağlamış, onlarında hükümranlığı fazla sürmemiş ve Büyük İskender tarafından M.Ö.333 yılında Pers hâkimiyetine son verilmiştir. Perslerin bu çevredeki hâkimiyetleri 200 yıl kadar sürmüştür.

       Çumra ve çevresi Neolitik devrin Etilerin (Hitit), Perslerin, Frikyalıların idarelerinde kalmıştır. Yörede uzun yıllar Selçuklu hâkimiyeti sürmüştür.
Çatalhöyük ve civarında yaşayan toplumların yeryüzünün en eski kavmi ol­duğu kazıda çıkarılan eserlerde görülmektedir. Çatalhöyük'ün özelliği insanların kurdukları ilk şehir olmasıdır.    Neolitik devirden kalma Çumra ve çevresinde birçok hüyük mevcuttur.    Sırçalı hüyük, Seyithan hüyüğü, Karahüyük Karkın hüyüğü, Dedemoğlu hüyüğü, İçeriçumra hüyüğü, Alibeyhüyüğü, Çatalhüyük, Küçükköy hüyüğü, Abditolu hüyüğü, Üçhüyükler köyünde bulunan 3 adet hüyük.    Tarih çağlarında bulunduğu yer hakkında en eski yazılı kaynağa ise eski Hi­tit krallığı zamanından kalan Telepinuş fermanında rastlarız. Bu fermanda Hattuşilin Hupişna (Ereğli) Lunda (Karaman memleketlerinde oğullarından her birini atadığı ve onların da bu memleketleri yönettikleri görülür. Çumra'nın Kuzey kısmında bulunan Üçhüyük ve Türkmen Karahüyük köyleri Alibeyhüyüğü kasabası civarında Hititlerin yaşadığı buralarda yapılan kazılarda çıkarılan tarihi eserlerden anlaşılmaktadır.

         Çumra ve çevresinde Frikyaklann ve hatta kısa süre ile Lidyahlann hakimi­yet kurdukları anlaşılmaktadır. Pers kralı Ahamanis Çumra ve çevresini Perslere bağlamış, fakat onların da hükümranlığı fazla sürmemiş. Çumra ve çevresi Neolitik devrin Etilerin (Hitit), Persler, Frikyaklann idarelerinde kalmıştır.    Yörede Selçuklu hakimiyeti bilinmesine rağmen herhangi bir tarihi esere rastlanamamaktadır. Ancak Karaman oğullarından kalma halen mevcut Çarşamba çayı üzerinde Dineksaray, Balçıkhisar, Tavşanköprü, Karaman, Seyithan ve Karkm köprüleri bulunmaktadır. Anadolu'yu fethederek anadolu Selçuklu Devleti'ni kuran Süleyman Şah'ın 1075 yılında Konya'yı alarak başkent yapması yörenin Türk egemenliğine geçtiği dönemdir.  

         Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılmasında sonra kurulan Türkbeylikleri A-nadolu Türk birliğini kurma mücadelelerinde Çumra'dan geçen Çarşamba çayı sınır olarak kabul edilmiştir. Anadolu Selçuklu devletinin yıkılmasından sonra yö­rede Karamanoğlu beyliği kurulmuş ve bir süre hüküm sürmüştür. İlçenin şimdiki sakinlerinin birçoğu Selçuklularla gelen Türk boylarından olduğu, yerleştikleri köylere verdikleri isimlerden anlaşılmaktadır (Karkın, Afşar, vb.). Osmanlılar döneminde Yavuz Sultan Selim'in ve Beyazıt'ın, 1. ve 2. Murad'ın Karamanoğullan dolayısıyla yöre üzerine seferleri görülür.
         Fatih Sultan Mehmet tarafından Karamanoğlu beyliğinin ortadan kaldırılması ile Osmanlı yönetimine güren yöremiz, o dönemler şu anda ilçe olan Çumra'mın bulunduğu yer bataklık­larla kaplıdır.    1926 yılında Çumra'nın kurulmasında iki olay çok büyük rol oynamıştır.    Birincisi: Çarşamba Kanalı'mn açılması, bataklıkların kurutularak ıslah edil­mesi için Konya ovasının sulanması maksadıyla 1911 yılında yapılan sulama tesis­leridir. ikincisi: 1894 yılında Haydarpaşa-Bağdat demiryolunun yapımına başlanıp, 1913 yılında bitirilmesidir. 1913 yılında buradan ilk tren geçmiştir. Dolayısıyla Çumra'daki ilk bina istasyon olmuştur. Osmanlı zamanında ilk tapu ve kadastro işlemleri de Çumra'da başlatılmıştır.


             DÜNDEN BUGÜNE ÇUMRA BELEDİYE BAŞKANLARI

      Çumra Belediye BaşkanlarıRakım ÇUMRALI (1926-1940)
      Ziya YAYMACI (1940-1945)
      Rüstem BAŞKANER (1945-1950)
      Ali ÖZKÖYLÜ (1950-1953)
      Faik ŞENYIL (1953-1957)
      Ali DOĞAN (1957-1960)
      Adnan KIZILDAĞLI (1960-1962)
      Kemal KALENDER (1962-1964)
      Ali ÇOBAN (1964-1972)
      Çumra'nın eski belediye başkanlarıMehmet SAYICI (1972-1972)
      Durmuş Ali ÇALIK (1972-1977)
      Mehmet MARAŞLI (1977-1977)
      Hikmet BERBEROĞLU (1977-1980)
      Kadri ÖNER (1980-1983)
      Remzi KAYA (1983-1984)
      M.Kemal EMBEL (1984-1989)
      Zeki SAYICI (1989-1994)
      Recep KONUK (1994-1999)
      Abidin ÜNAL (1999-1999)
      M.Zeki TÜRKER (1999-2004)
      Konya Çumra Belediye BaşkanlarıNasır ERSÖZ (2004-2009)
      Konya Çumra Belediye BaşkanlarıYusuf ERDEM (2009-2014)
      Konya Çumra Belediye BaşkanlarıMehmet OĞUZ (2014-...)
         ÇUMRA ADI NEREDEN GELİYOR?

    Birinci Rivayet: Yavuz Sultan Selim Mısır seferinden dönerken bu bölgeye geldiğinde yağmur yağmaya başlar. Dolayısıyla her taraf çamur içindedir. Ordu çamurdan yürüyemez hale gelir. Sazlık ve bataklıktan askerlerini geçirmek için padişah ordusuna "Cemre" komutunu verir. Padişah ve ordusu binbir güçlükle ovayı geçerler. Güçlükle ovayı geçen ordu mensupları bu yöreyi başkalarına tarif ederken, çamurlu olmasına izafeten Çumuriyet olarak tanıtırlar. Cemren kelimesi zamanla Çamura daha sonra'da Çumra'ya dönüşmüştür. (Çemren:Askerin paçala­rını sıvamalarını ve süvarilerin atların kuyruklarını bağlamaları emri.)

    İkinci rivayet: 4. Murat Bağdat seferine giderken bu bölgeden ge­çer, bu arada yağan yağmur dolayısıyla her taraf çamurdur. Bu çamurda ilerleme­de güçlük çeken ve bıkan askerler: "Çamura bak çamura" diye şikayetçi olurlar. Çamur kelimesi zamanla Çumra şekline dönüşmüştür.

    Çumra'nın ismi ister Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinde, isterse 4. Murat'ın Bağdat seferinde ortaya çıksın bu sadece zaman konusunu ilgilendirir. Bu değişik rivayetlerdeki ortak nokta Çumra ovasının çamurla ilgili olmasıdır.

    Üçüncü Rivayet: Karamanoğulları beyliği zamanında suç işlemesi nedeniyle kaçarak bugünkü İçeri Çumra'nın bulunduğu yere gelen ve KelKöy adıyla anılan köye sığman Pir Ahmet Paşa kendisini koruyabilmek için çevrede yaşayan az nüfuslu kabileleri birlik ve beraberliğe çağırıp "Cümlemiz beraber olalım" sözünü kullanmasından "Cümle" kelimesi sonradan Çumra olması.


                        ÇUMRA'NIN İLKLERİ

      1. Çatalhöyük 10.000 nüfusa sahip ilk yerleşim yeri.
      2. Dünyada insanlar ilk kez burada ticaret yaptılar.
      3. Hayvanlar ilk kez burada evcilleştirildi.
      4. İlk kez toprak kapları ve bakırı kullandılar.
      5. İnsanlar ilk mühürlü mülkiyet kavramını yaşadılar.
      6. Takı, ziynet eşyası ilk kez Çatalhöyük'te yapıldı.
      7. İlk antikbank kuruldu.
      8. Resim ve heykel sanatı ilk olarak yapılmaya başlandı.
      9. Sanat ve dokumacılık yapıldı.
      10. Tarım teknikleri ilk kez kullanıldı.
      11. İlk fırın yapılarak kullanıldı.
      12. Cumhuriyet tarihinin ilk mahalle düzenlemesi yapıldı.
      13. Osmanlı zamanında ilk tapu kadastro işlemleri Çumra'dan başladı.
      14. Çumra sulama birliği Türkiye'nin en büyük sulama birliğidir.


                     Haber: ÇATALHÜYÜK MÜZESİ KURULUYOR...

Çatalhüyük müzesi - Çatalhöyük müze projesi
        Çatalhöyük Müzesi'nin projesini hazırlayan mimar ve araştırmacı Cengiz Bektaş, 9 bin yıl önceki Çatalhöyük evlerinde olduğu gibi bütünüyle kerpiçten yapılacak Çatalhöyük Müzesi'nin, kazı alanına yaklaşık 1.5 kilometre uzaklık taki Küçükköy'ün yakınına inşa edileceğini söyledi.

        Cengiz Bektaş, Konya Büyükşehir Belediyesi'nin ev sahipliğinde, Türkiye'de ilk kez düzenlenen 11. Dünya Tarihi Kentler Konferansı'nda, Konya'nın Çumra ilçesindeki Çatalhöyük kazı alanının yanında inşa edilecek Çatalhöyük Müzesi'yle ilgili bilgi verdi.
Katılımcıların, önceki gün ziyaret ettikleri Çatalhöyük kazı alanını adeta bayram yerine çevirdiklerini ifade eden Bektaş, bu durumun kendisini çok mutlu ettiğini belirtti.
        Son yüzyıldaki arkeolojik kazıların daha önce yanlış bilinen pek çok şeyi değiştirdiğine dikkat çeken Bektaş, "Gençliğimizde Anadolu'da neolitik dönemin izine rastlanmadığı sanılıyordu, bu bilgi öğretiliyordu. Ancak 1960'lı yıllarda Çatalhöyük'te Profesör Mellaart'ın kazılarında Anadolu'da 10 bin yıllık izlere rastlandı. Hatta Anadolu'nun ilk toprağın sürüldüğü, dünyadaki ilk yerleşimin başladığı yer olduğunu bu kazılar ortaya çıkardı" dedi.

         Savaşsız bir toplum

        Cengiz Bektaş, son yüzyıldaki kazıların Anadolu'da yaşayan Hititlerin dünyadaki ilk imparatorluk organizasyonunu kurduklarını da gözler önüne serdiğini, oysa eskiden, Greklerin dünyada kültürün başlangıcı kabul edildiğini ancak Grek medeniyetinin bilim adamlarının tanımlamalarına göre "dünkü çocuk" çıktığını ifade etti.
        Çatalhöyük'ün neolitik dönemde 5-10 bin nüfusa sahip bir yerleşim yeri olduğunu ifade eden Bektaş, bu insanların nasıl olup da savaşsız bir toplum oluşturduklarının merak edildiğini vurguladı.
        9 bin yıl önceki Çatalhöyük evlerinde olduğu gibi bütünüyle kerpiçten yapılacak Çatalhöyük Müzesi'nin, kazı alanına yaklaşık 1.5 kilometre uzaklıktaki Küçükköy'ün yakınına inşa edileceğini belirten Bektaş, "Bu projeyi armağan olarak yaptık, ücret karşılığı yapmadık" dedi.

        Bektaş, en alt katında sergi alanıyla aynı büyüklükte depo alanı yer alacak müzeyi gezenlerin bazı bölümlere 9 bin yıl önceki gibi çatıdaki kapılardan gireceklerini ve Çatalhöyük insanının serüvenini yakından görme olanağı bulacaklarını sözlerine ekledi.

Seydişehir
 Konya’ya 92 km uzaklıkta şirin mi şirin bir beldemizdir Seydişehir. Horasanlı bir Türk olan Seyyid Harun Veli'nin ailesi   ve kendisine uyan kırk kadar dervişi ile Horasan'dan Anadolu'ya göç etmesi ile torosların eteğinde kurulmuş bir ilçedir. 1970 yılında yapılan kazılarda Seydişehir Bostandere kasabası yakınlarında Roma devri anfi tiyatrosu kalıntıları ortaya çıkmıştır.

       Seydişehir ilginç bir coğrafya üzerine kuruludur. Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve hüzünlü geçer. Alanya, Antalya gibi tatil beldelerine yakınlığı ilçenin en büyük avantajlarından biridir. Selçuk Üniversitesine bağlı yüksek okullar arasında en büyüğüne sahiptir (Seydişehir Meslek Yüksek Okulu).

       Seydişehir Alüminyum Fabrikası Türkiye’nin tek dünyanın sayılı entegre birincil alüminyum üretim tesislerinden birisidir. Boksit cevherinden alüminyum uç ürünleri üreten bu tesis 13 Ağustos 2003 tarihinde özelleştirme yüksek kurulu kararı ile özelleştirme kapsam ve programına alınmıştı. Sonuçta 2005 yılında satış gerçekleşti ve ce-ka inşaat Seydişehir eti alüminyum'u satın aldı.

         Seydişehir’de, Eti alüminyum işletmesinin lojmanları vardır gezilip görülesi. 70 li yıllarda Ruslar tarafından yapılan bu lojmanlar Türkiyecin sayılı güzellikteki lojmanlarından biridir. İçerisinde basketbol sahaları, tenis kortları, yüzme havuzları hatta mini golf sahası bile mevcuttur. Her ne kadar Rus yapımı olsa bile Amerikanvari müstakil evler vardır bu yapının içerisinde. Her an bir barbekü partisine rastlayabilirim hissiyatına kapılabilir insan. Dağ manzaralı bir ev, küçük bir bahçe emeklilik huzuru şeklinde tatlara yelken açmak isteyen zihniyet için yerleşilebilecek nadir beldelerden biridir' Seydişehir.

        Bir de son olarak Seydişehir’de güneş batmaya yakın torosları izlemek ayrı bir keyif teşkil eder. Güneş torosların ardından batarken türlü ışık oyunlarına şahit olabilir insan. Kar yağarken gök gürlemesi duyulabilecek ve şimşek çakmaları esnasında ilginç enstantaneler oluşan nadir coğrafyalardan biridir. Buna sebep olarak Akdeniz ve karasal iklim arasında geçiş bölgesinde oluşu söylenir. Karayoluyla Konya’ya çok yakın olduğu halde coğrafi açıdan Antalya ve Alanya’ya da yakındır ancak orta toroslar arada set gibi uzanmaktadır.

        Tınaztepe Mağarası, doğal su kaynakları Seydişehir ilçemizin çok eski bir yerleşim merkezi olması nedeniyle görülmeye değer özellikleridir. Kazı çalışmaları , bugüne kadar başlamamış olmasına karşın, antik yerleşim kalıntıları, bakirliği ile ilginçliğini korumaktadır. Kısaca Seydişehir’imiz Toros dağlarının doğal güzellikleri , yaylalar, avlaklar, iç ve dış turizmin ilgi odağı olabilecek yapıdadır.

                             Tınaztepe Mağarası:

       Konya’nın Seydişehir ilçesinde bulunan Tınaztepe Mağara’sına Konya - Beyşehir - Seydişehir üzerinden ulaşılmaktadır. Tınaztepe mağaraları 1968 yılında Fransız bilim adamı Michel Bakalowichz tarafından; ilk olarak bulunup, mağaraların krokisi çıkarılmıştır.

        1970 yılında başka bir araştırma grubu; kaptan Jacgues Cousteau'nun ekibi alman Reinhold Messner ve arkadaşları Suğla Gölü ve onu besleyen su altı kaynaklarını araştırmak için bölgeye gelmişlerdir. Fası boğazı ve Tınaztepe mağaralarının irtibatlarını keşfetmişlerdir.

        Toplam uzunluğu 1650 metre, derinliği – 65 metre olan Tınaztepe mağarası, Tınaztepe’nin güneybatı yamacında yer almaktadır. Fosil ve aktif olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Fosil bölümüne bahar aylarında girilecek olursa, sayısı beşi bulan göllerin botla geçilmesi gerekecektir. Sonbahar aylarında suların azalması sonucu aynı galeri yürünerek geçilebilir.


        Beşinci gölden sonra mağarada 30 metrelik bir inişle Büyük Salon’a gelinmektedir. Bu salon gölle sonlanmaktadır. Tınaztepe Mağarası’nın hemen altında Tınaztepe Düdeni yer almaktadır. Toplam uzunluğu 1550 metre ve derinliği -150 metre olan düdene tüm yıl boyunca su girişi olmaktadır.

Beyşehir
Konya’mızın, gölü ve doğal güzellikleriyle nadide ilçelerinden biri olan Beyşehir’in tarihi M.Ö.6000-7000  yıllarına kadar uzanır. M.Ö.2000 yılları arasında Hititler; Eflatun Pınar ve Fasıllar da ölmez eserler bırakmışlardır. Bu yıllarda çevre, Mısır ve Asur Devletlerinin zaman zaman istilasına uğramıştır. M.Ö.1200 yıllarında Frigler'e geçmiş,daha sonra Psinya adında bağımsız bir devlet kurulmuştur. VII y.y. da Lidyalılar'a Persler'e, 333'de Büyük İskender'e, M.Ö.120 de Romalılar'ın eline geçerek daha sonra Doğu Roma'nın (Bizans) hakimiyetinde kalmıştır.

           1071 Malazgirt Seferinden sonra Selçuklu Türklerinin idaresinde kalan Beyşehir, Anadolu Selçukluları devrinde çok önem kazanmış, Alaaddin Keykubat "Eyrinaz Gezisi" Mevkiindeki (Şimdiki Gölyaka Kasabası) Kubad-abad Şehrini kurarak burayı ikinci başkent yapmıştır. Anadolu'yu 1243'de Moğollar'ın istilasından sonra Eşrefoğlu Seyfettin Süleyman Bey, Süleymaniye (Beyşehir) şehrini kurmuş ve buradan bağımsızlığını ilan ederek Eşrefoğlu Beyliği'ni meydana getirmiştir. Beyliğin 65 kasabası, 70.000 süvarisi ve pek çok köyü vardı. İlhanlı Kumandanlarından Çobanoğlu Demirbaş 1326 yılında Eşrefoğlu Beyliği'ne son vermiştir.

            Bundan sonra Beyşehir, Hamitoğulları'na geçmiş, Hamitoğullarından sonra Osmanlılar ve Karamanoğulları arasında 1374 yılından 1467 yılına kadar 20 defa el değiştirmiştir. 1467 yılında Fatih Sultan Mehmet., Beyşehir'i kesin olarak Osmanlı Devleti sınırları içine katarak Karaman Eyaletinin bir Sancağı yapmıştır. Nihayet 1872 yılında Şehireminliği bugünkü belediye durumuna dönüştürülmüştür.

          Beyşehir İlçesi; Konya İlinin Akdeniz kesiminde Göller Bölgesinde ve Orta Toroslar arkasındaki kısımda yer almıştır. İlçeye doğudan Konya Merkezi, Seydişehir İlçesi, batısındaki Şarkikaraağaç, Eğirdir, Sütçüler ilçeleri, Kuzeyde Ilgın ve Doğanhisar İlçeleri ile Hüyük İlçesi, güneyde Seydişehir İlçesi kuşatmıştır. En güney kısmında 65 km uzaklıkta olan Akdenizden duvar gibi yükselen Toros Dağları ile ayrılmaktadır.

        Beyşehir, güney ve batısında Toros sıra dağları, doğusunda Erenler, kuzeyinden Sultan Dağları ile çevrili bir kapalı havza durumundadır. Bu havzaya ortasındaki 651 km2' lik alandaki Beyşehir Gölü ayrı bir özellik vermektedir. Güney ve batısındaki Toros dağları muhtelif isimler altında bir yelpaze gibi açılırlar. Kartos, Dedegöl, Dumanlı ve Naldöken tepeleri belli başlı silsilelerdir. En yüksek yeri Anamas dağları üzerinde bulunan 2890 m. yüksekliğindeki Dippoyraz Tepesi'dir.

         Gölün tesiri ile bölge iklim yönünden etkilenmekte, gölden uzaklaştıkca Orta Anadolu iklim şartları kendisini hissettirmektedir. Göl civarı, çam, sedir, ardıç, köknar ve meşe ağaçları ile orman halindedir. Beyşehir’in iklimi Akdeniz ve İçanadolu İklimi arasında iklim olup, yazları kısa ve serin, kurak, kışları ise soğuk geçmektedir.

               Hitit Su Anıtı:
       Beyşehir Gölü yakınlarında bulunan Eflatun Pınarı "Hitit Su Anıtı". Beyşehir Gölü'ne paralel uzanan yolun 8'inci km'si içinde bulunan pınara, Sadıkhacı tabelasından giriş yapıp köye girmeden tepeden sola ayrılan yol ile ulaşılıyor. Pınar gölcüğü kıyısındaki yerli kaya üzerine yapılan kabartmaların bulunduğu anıt ve çevredeki kalıntılarda, çeşitli figürler yer alıyor.
       Eflatunpınar Hitit Kutsal Anıtı ve Havuzu'nu ilk kez W.J.Hamilton 1849 yılında gördü. Ardından F.Sarre, J.Garstang ve Prof Dr. Muhibbe Darga tarafından yayınlandı. Beyşehir Gölü'nün doğu kıyısında bulunan bu anıt bir su kaynağı kenarında dikdörtgen taşlar üzerine kabartmalar halinde, Hitit sanatında kaya yüzeylerine işlenen ilk örneklerden birini oluşturuyor.
       Konya Müze Müdürlüğü 1996 yılında bu anıt çevresinde kazı çalışmaları yaptı. Bu çalışmalar sonunda anıtın 3.34x3 metre ölçüsünde dikdörtgen planlı bir havuzun bir bölümünü oluşturduğunu ortaya koydu.Müzenin 1998 yılında yapmış olduğu çalışmalarda da anıtın alt kısmında 5adet daha kabartması olduğu tespit edildi.
       Anıt çevresinde yer alan 3 bin yıllık 25 ton ağırlığındaki boğa protomuise 2002 yılında yapılan çalışmalarla ayağa kaldırıldı.Dünyada bir benzeri olmadığı belirtilen, doğal sit alanı olarak koruma altında alınan tarihi anıt ve çevresinde yıllar önce başlayan arkeolojik çalışmalar ise ödenek yetersizliği nedeniyle devam ettirilemiyor.
       Konya-Beyşehir yolu üzerinde Anadolu Selçukluları'ndan kalan en önemli yapılardan biri de, Kızılören hanı. Konya'ya 41 km uzaklıktaki han, il çevresinde yapılmış en eski Selçuklu Hanı özelliğini taşıyor. Sarı kırmızı taşlarla örülen ve iki bölümden oluşan hanın büyük bölümü yıkılmış. Ama yine de iki katlı olduğunu belirten kalıntılara rastlanıyor.

         Beyşehir Kalesi : Beyşehir Kalesi, gölün güney doğu köşesinde eski Beyşehir Çayının şimdiki kanal köprüsünün yakınındadır. Kalenin bir kapısı ile bilhassa göl etrafındaki bazı duvar kalıntıları kalmıştır.

          Eşrefoğlu Camii: Camii kale ile sarıldığı için içeri şehir denilen yerde ve aynı adı taşıyan mahallededir. Cami kuzeyden güneye doğru uzanmış dikdörtgen bir plan üzerine yapılmıştır. Kuzey kapısından başka doğuya ve batıya birer kapısı açılır. Yapıda bir çeşit kumlu taş kullanılmıştır. Selçuklu Hakanı Sultan Sancar'ın emri ile 1134 yılında yaptırılmış, Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından 1297 yılında bugünkü şekliyle yeniden inşa ettirilmiştir.

          Eşrefoğlu Türbesi: Camiinin doğusundadır. Eşrefoğlu 1.Süleyman Bey de buraya gömülmüştür.
         İçeri Şehir Hamamı : Hamam içeri şehirdedir. Hamam Selçuklu Hamam mimarisinin günümüze ulaşabilen güzel bir örneğidir.

           Bedesten : Hamamın karşısındadır. 1451 yılında Osmanlılar tarafından kapalı çarşı olarak yaptırılmıştır.

           Eflatunpınar (Hitit Çeşmesi) : M.Ö. 1300-1200 yılları arasında yapılmış kutsal bir Hitit anıtıdır. Lahit taşına işlenen tanrı kabartmaları ile süslüdür. 7 metre eninde 4 metre yüksekliğinde bu abide 14 muazzam taştan ibarettir.

           Beyşehir'in 18 km. doğusundaki Fasıllar Köyünde  Bizans devrine ait bir çok eserleri kapsayan Misthia Kenti Harebeleri bulunmaktadır. Bunlardan ayrı Hitit-Roma ve Bizans devirlerine ait eserler vardır. Burada Hitit Anıtı, Likypanus Anıtı, Bereket Anıtı ve Dieskuhlar adlı anıtlar da bulunmaktadır.

          Kubadabat Sarayı: Beyşehir'in batısında ve Beyşehir Gölünün güneyinde Gölyaka Köyünün  1.5 km. kuzeyinde sahildedir. Beyşehir'e uzaklığı 60 km.dir. 1. Alaaddin Keykubat tarafından inşa ettirilmiştir. Kubadabat karşısında göl içerisinde bir kaya üzerine Kız Kulesi, Alaaddin Keykubat tarafından harem dairesi olarak inşa ettirilmiştir.

Bozkır
Konya’nın, farklı coğrafi özellikleriyle dikkat çeken Bozkır ilçemiz, eski çağda İsaura Bölgesi içindeydi. Bölgenin adını taşıyan şehir şimdiki Bozkır İlçesidir. Daha sonra İlçenin kuzey doğusuna yapılan büyük kaleye İsaura Nova (Yeni İsaura) denilince, ilçeye Lentopolis ve sonra Tris-Maden adları verilmiştir. Son zamanlara kadar halk, kasabaya Siristat diyordu. Kelimenin gerçek söylenişi bilinmemekle beraber, ilçe çevresindeki kurşun madenlerini işletmekte olan ustalara baş usta anlamına gelen "Ser-Üstat" denildiği için, bu kelimeden geldiği sanılmaktadır.

           Selçuklular zamanında bölgenin hakimi bulunan ve Bozkır İlçesini fetheden Bozkır Bey'den İlçenin Bozkır ismini aldığı bilinmektedir. Bozkır Bey'in hayatı hakkında elimizde hiçbir bilgi yoktur. Yalnız halk arasında "Yazı Kolu" denilen ilçe ve etrafındaki köylerle Suğla Gölü arasındaki az engebeli bölgede bulunan ve kendisine ait Türk Boylarıyla burada oturduğu ve adını verdiği anlaşılmaktadır.

         Osmanlı vergi defterinde, Bozkır adıyla anılan bölgenin yukarıda belirtilen yerin batı tarafı, kuzey ve güney havalelerinin bir kısmı kast olunmuştur.

           Bozkır ilçemizin, Çumra, Karaman ve Hadim'e komşu olan bölgesinde ise 15 ve 18 . y.y.da Belviran adlı bir ilçe bulunmaktaydı. Halk şimdi bu bölgeye "Dağ kolu" adına vermiştir.

         İlçemiz Bozkır, kuzeyden Çumra ve Akören, güneyden Hadim ve Antalya, doğudan Güneysınır, batıdan Antalya ve Ahırlı ile çevrilmiştir.Ulaşım açısından Konya’nın Akdeniz sahillerine açılan en önemli kapısı Bozkır güzergahından geçmektedir.

           Torosların yüksek dağı Yıldız Dağı eteklerindeki 200-300 dekarlık krater gölüne halk arasında "Dipsiz Göl" denilmektedir. Ancak bu göl hakkındaki efsaneler,Selçuk Üniversitesi tarafından kurulan ekiple,sonar cihazlarıyla birlikte yapılan araştırmalarla, gölün 18 metre derinliğinde olduğu, sazanve tatlısu balıkları dışında canlılar olmadığı bilimsel olarak tespit edilerek, geçerliliğini yitirmiştir.

          Bozkır’ın batı kesiminde Suğla Gölü mevcuttur. Ahırlı ve Yalıhüyük sınırları içerisinde kalan göl arazisi 61.100 dönümdür. Göl arazisi DSİ Beyşehir Gölünün tahliye deposu olarak kullanılmaktadır. Göl, güneyindeki Toroslar'dan inen kuvvetli yağışlarla beslenmektedir.  Yağışların az olduğu yıllarda göl suyu çekilmekte ve göl sahasında ekim yapılmaktadır.



Bozkır ilçemizin köyleri:

1. Akçapınar Köyü  2. Armutlu Köyü  3. Arslantaş Köyü  4. Aydınkışla Köyü  5. Ayvalca Köyü  6. Babuşçular Köyü 7. Bağyurdu Köyü 8. Baybağan Köyü 9. Bozdam Köyü10. Elmaağaç Köyü 11. Hacılar Köyü12. Hacıyunuslar Köyü13. Işıklar Köyü14. Karacaardıç Köyü 15. Karacahisar Köyü 16. Karayahya Köyü 17. Kayapınar Köyü 18. Kayacılar Köyü 19. Karabayır Köyü 20. Kınık Köyü  21. Kızılçakır Köyü 22. Kildere Köyü 23. Kovanlık Köyü 24. Kozağaç Köyü 25. Kuşça Köyü 26. Küçükhisarlık Köyü 27.Pınarcık Köyü 28. Sazlı Köyü 29. Soğucak Köyü 30. Tarlabaşı Köyü 31. Taşbaşı Köyü 32. Tepearası Köyü 33. Tepelice Köyü 34. Ulupınar Köyü 35. Yalnızca Köyü 36. Yazdamı Köyü 37. Yelbeği Köyü 38. Yolören Köyü 39. Yeniköy Köyü

 Bozkır Ekibi:

     Bozkır'da "ekip" ve çalgı geleneği kuşaktan kuşağa aktarılmış günümüzde de yaşanan bir değerdir. Konya- Bozkır tavrı salt müzik notası değil bir yaşam biçimi ve kültürdür.

    Yöre geleneğinde "tavır" Anadolu'nun diğer coğrafyalarına göre oldukça fark gösterir. Halk çalgılarının yanında batı enstrumanları da birlikte kullanılır. Keman ve klarinet baglama ve udla birleşir. Bu farklı bir aheng getirir ve özgün bir yapı oluşturur.

    Çalınan parçalar makamlı ve bir sıra içinde icra edilir. Bu makamlardan Hicaz, Neva Hicaz, Hüseyni, Uşşak, Saba sadece birkaçıdır. Çok sayıda makam vardır. Bozkır'a has en önemli gelenek bu çalgı ile oynanan oyunlardır. Oyun en az iki kişi veya fazla olarak elde kaşıklarla oynanır. Her türkünün oyunu farklı ve kurallıdır.


     Bu halk sanatını icra eden Bozkır Ekibi sanatçıları çekirdekten yetişmiştir. Usta çırak ilişkisi içinde yetişen "gelenekten geleceğe" bu sanatı taşıyan "Bozkır Çağlayan Ekibi", Bozkırda yaşamakta ve halen faal olarak çalışmaktadır. Yıllardır sayısız düğün, nişan, festival ve konserlerde etkin rol almıştır.

Akşehir
Akşehir ilçemizin yerleşim birimi olarak kuruluş tarihi kesin olarak belli değildir. Anadolu tarihine yakın bir tarihi vardır. Bölgede Hitit (M.Ö.1800-1200) Frigya, Lidya, Roma ve Bizanslılar yerleşmiş 1447 yılında ise Osmanlı'ların eline geçmiştir. Kesin belli olmamakla 1868 yılında ilçe 1854 yılında belediye olarak teşkilatlanmıştır.

           Akşehir, batısında bulunan Sultan Dağları eteklerinde düz bir ova üzerinde kurulmuştur. Kuzeyinde Tuzlukçu, doğusunda Ilgın İlçeleri, güneyinde Isparta ile çevrilidir. İlçenin kuzeyinde Akşehir Gölü vardır. Genel olarak karasal iklim hüküm sürmekle beraber, Batı Anadolu ikliminin izleri de vardır.

          Akşehir, Nasreddin Hoca ile adını Dünya’ya duyurmuştur.1208-1284 yıllarında Akşehir’de yaşan ünlü düşünür ve mizah ustası Nasreddin Hoca anısını yaşatmak için uluslararası ve ulusal düzeyde kutlamalar ve festivaller düzenlenmektedir. İlçemizde Nasreddin Hoca Türbesi, Taş Medrese, Selçuklu dönemi eserleri mevcuttur.

           Akşehir in Milli Kurtuluş Savasında önemli yeri vardır. 18 Kasım 1921 de Garp Cephesi Karargahı Akşehir'e nakledilmiş 9.5 aylık hazırlık çalışması ilçemizde yapılmıştır. Hazırlık çalışmalarının yapıldığı ve Atatürk'ün bizzat çalıştığı bina halen Atatürk Müzesi olarak kullanılmaktadır.

           26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan Büyük Taarruz, 30 Ağustos günü Zafer’le sonuçlanmıştır. Bugünkü müzemiz 1905-1906 yıllarında yapılan belediye binası 22 Kasım 1921- 24 Ağustos 1922 tarihleri arasında Batı Cephesi karargahı olarak kullanılmış, 1975 yılında yapılan onarımlı alt katı da sergilenmeye açılmıştır.

           Böylece etnografik eserler (Atatürk’ün kullandığı eşyalar), 1, katta; sergilenirken, üst kat ise Batı Cephesi karargahı (Atatürk, İsmet Paşa, Asım Gündüz ve yaverlerinin çalışma odaları olarak düzenlenmiştir.)

           Kurtuluş Savaşı hazırlık çalışmalarının yapıldığı ve Atatürk'ün bizzat çalıştığı bina halen Akşehir'de Müze halindedir.


           Türk ulusunun geleneksel hazır cevaplılığını güldürüleriyle yansıtan Nasreddin Hoca Türbesi'nin bulunduğu, ilçede Seyyid Mahmud Hayrani Türbesi, Garp Cephesi Müzesi, Taş Camii, Hıdırlık mesire yeri, Kilise, Akşehir gölü turistik yerlerindendir. Her yıl 5-10 Temmuz tarihleri arasında Uluslararası Nasreddin Hoca Şenlikleri yapılmaktadır.

Ilgın
İlçemiz Ilgın; günümüzden 3500 yıl önce MÖ.1500-1200 yılları arasında şimdiki iskan yerinin 25 km kuzey doğusunda Hititler tarafından "Yalburt" adıyla büyük bir şehir devleti olarak kurulmuştur.

         Klasik devirlerde Triatum olarak adlandırılan Ilgın Kral yolu üzerinde bulunması sebebiyle önemli bir şehir olarak dikkati çeker. Ege kıyısında Lidya'nın başkenti Sard'dan başlayarak Mezopotomya'ya kadar ulaşan Kral yolu üzerinde bulunan Ilgın ve çevresi, sırasıyla Hitit, Firig, Lidya, Roma ve Bizans'a bağlanmış daha sonra 1077 yılında Anadolu Selçuklu Devletinin Kurucusu olan Kutalmışoğlu Süleymanşah tarafından fethedilerek, Büyük Selçuklu Devleti'ne katılmıştır.

         Ilgın, Anadolu Selçukluları zamanında başşehir Konya'nın değerli bir "su şehri" idi. Haçlı seferleri sırasında bir çok kere yağma edilen Ilgın, Selçuklular zamanında bilhassa Alaaddin Keykubat ve Gıyasettin Keyhusrev zamanında imar görmüştür. Alaaddin Keykubat ve Vezir Sahip Ata tarafından büyük bir kaplıca binası (hamam) inşaa edilmiştir. Bundan dolayı "Kaplıca Şehri" olarak tanınmıştır.

         Alaaddin Keykubat Erzincan’ı teslim eden ve kendisine yardımlarda bulunan Mengücek oğlu Davut Şah'a 1227 yılında Akşehir ile birlikte tımar olarak verilen Ilgın daha sonra Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahrettin ve oğullarının eline geçmiştir.

      Ilgın, Osmanlılar'a satılmasından sonra Osmanlı Karamanlı mücadeleleri sonrasında Karamanoğulları'nın eline geçmiş 15. Yüzyılın başlarında Turgutoğulları'nın idaresine verilmiştir. Karamanlı-Osmanlı mücadelesi sırasında Ilgın da sık sık el değiştirmiştir. 1467'de Fatih Sultan Mehmet tarafından kesin olarak Osmanlı Devletine katılmış ve Akşehir Sancağına bağlanmıştır.
       Fatih Devrinde Karaman eyalati vakıf ve emlak yazımı yapılmıştır. Yazımın sonunda Karaman eyaleti 11. Vilayet ve iki nahiyeye ayrılmış olup, Ilgın'da Vilayetler arasında yer almıştır. İkinci Beyazıt zamanında Karaman Eyaleti'nin ikinci bir yazımı daha yapılmış olup, bu yazımın sonunda Ilgın kaza olarak gösterilmiştir.

       Lala Mustafa Paşa Kıbrıs Seferine giderken Ilgın'dan geçmiş ve halk arasında Kurşunlu Camii olarak bilinen Camii ve Kervansaray yaptırmıştır. Dördüncü Murat 1638'de Bağdat seferine giderken Akşehir yoluyla Ilgın'a gelmiş kaplıcanın karşısındaki geniş ova da otağını kurmuş ve bir de Saray yaptırmıştır. Fakat bugün bu sarayın kalıntıları yok olmuştur.

        Ilgın Kaplıcası : Ilgın kaplıcaları çok eski zamandan beri tanınmıştır. Romalılar ve daha sonra da Bizanslılar zamanında kaynaklar üzerinde hamamlar yapılmış olduğu gibi Selçuklular zamanında baş şehir Konya'nın değerli bir su şifa kaynağı olmuştur. Selçuklu Sultanları'ndan Alaaddin Keykubat harap olan Bizans hamamları yerine 1236 yılında ilk Türk hamamını Ilgın'da yaptırmıştır.

       Sonradan bu hamam Selçuklu Sultanları'ndan 2. Kıyaseddin Keyhüsrev zamanında çok hayırlı hizmetlerde bulunan Selçuklu vezirleri Sahipataoğullarından Hüseyinoğlu Ali tarafından tamir edilmiştir. Daha sonra 1267 yılında Selçuklu veziri Sahipata Fahrettin Ali tarafından yeniden inşa edilmiştir. Mimarı Taluya (Kelu)' dur. Böylece Ilgın kaplıcaları'nın şimdiki ayakta duran eski eserler bölümü tamamlanmıştır. Ilgın Kaplıcaları Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında Türk halkının Sultanlarının mürşidlerinin şifa bulduğu yerdir.

       Gönüller Sultanı Hz. Mevlana'nın kaplıcalarda banyo aldığı, Mesnevisi'nin büyük bir kısmını burada yazdığı söylenir. Meşhur Seyyahımız Evliya Çelebi de çok etkilendiği kaplıcalardan seyahatnamesinde bahsetmeden geçememiştir.

       Kaplıcalar bir hamam değil şifa gücüne sahip yeraltı su kaynağıdır. Esas faktörlerin başında ihtiva ettikleri madenler, minareler, izmareler, anyon ve katyonlar ile bilhassa radyo aktivite denilen ışın gücüdür. Bu nedenledir ki Ilgın Kaplıcalarının bir çok hastalığı (İç-dış) tedavi ettiği bilinen bir gerçektir.

        Renksiz ve kokusuz tabii lezzetinde kapılaca suyu 42 derece olup felç, siyatik, trahom, göz ağrıları, cild hastalıkları, sinir ve yorgunluklar, kadın hastalıkları, romatizma, içilmek suretiyle böbrek taşlarının düşürülmesi vb. çok faydalıdır. Ilgın kapılıcaları Ilgın Belediye Başkanlığınca işletilmekte olup, 526 yatak kapasitelidir.


        Ilgın, tarihî eserler açısından oldukça zengin ilçelerimizdendir. Bu eserlerden; Saadettin İsa Kümbeti (1826), Dediği Mahmut Sultan Mescidi ve 1. Kılınç Arslan Camii, Selçuklu döneminde inşa edilmişlerdir. Karamanoğulları beyliği devrinde Pir Hüseyin Bey Camii (Ulu Camii) yapılırken, Osmanlı Devrine ait eserler ise şunlardır:  Lala Mustafa Paşa Camii (Kurşunlu Camii), Kervansaray, Handev-i Kandevi Türbesi.    

Yalıhüyük
 İlçemiz Yalıhüyük , Bozkır’ ın bir kasabası iken 1990 yılında İlçe hüviyeti kazanmıştır. Tarihi, çevre ilçeler ve Konya Tarihi ile ortak özelliklere sahiptir. Yaklaşık 200 yıl öncesi toprak kayması görülmesi üzerine Suğla Gölü yakınına taşındığı bilinmektedir. Yeni yerleşim yerinin seçilmesinde Suğla Gölü alanının daralması ve gölden daha fazla yararlanma arzusunun dikkate alındığı ifade edilmektedir.

        Yalıhüyük ilçe merkezindeki Hüyük ve çevresi "Sit Alanı" ilan edildiğinden imara kapatılmıştır. Hüyük'te bugüne kadar hiçbir arkeolojik araştırma ve kazı yapılmadığından Yalıhüyük ilçesinin tarihine kaynak olacak bilgilere ulaşılamamıştır.

       Yalıhüyük'ün ismini çevrenin coğrafi özelliklerine uygun olarak aldığı sanılmaktadır. Bulunduğu mevkide göl alanının bulunması (evlerin göl bitişiğinde oluşu) ve höyük kenarında kurulan yerleşim yerinin höyük ile göl arasında olması nedeni ile gölden Yalı höyükten de HÜYÜK adını alarak her ikisinin birleşmesi ile YALIHÜYÜK ismini aldığı sanılmaktadır. Fazla tarihi unsur bulunmamakla birlikte, ilçe merkezinde bulunan minarenin üzerindeki kitabede Rumi 1296 tarihinde yapıldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Bizanslılardan kalma resimli taşlar bulunmuş, bu taşlar halk tarafından çeşitli zamanlarda çeşitli binaların yapımında kullanılmıştır.

         Kuzeyde Seydişehir, güneyde Ahırlı, batıda Akseki ve doğuda Bozkır ilçeleriyle çevrelenmiş olan Yalıhüyük, engebesiz bir alanda kurulmuştur. Suğla Gölü'nün hemen yanında yer alan Yalıhüyük'te hayat göl sularının çekilmesiyle ortaya çıkan verimli arazilerde yapılan tarım faaliyetleriyle devam etmektedir.

         Yalıhüyük'ün güneybatısında bulunan Toros Dağlar'ındaki gölcük yaylası, her yıl yaylacılık merkezi olarak kullanılmaktadır. Yalıhüyük ilçe merkezinde Belediye teşkilatı 1972 yılında kurulmuştur. Arasöğüt ve Saray köyleri ile Mutlu yaylası Yalıhüyük'e bağlı yerleşim yerleridir.

         Yalıhüyük ekonomisinin en önemli geçim kaynağı tarımdır. Suğla gölündeki suların çekilmesi ile ortaya çıkan verimli tarım arazisi ve diğer tarım arazilerinde başlıca tarım Ürünü olarak 3.500 ton buğday, 1.500 ton arpa, 700 ton. Nohut, 11.000 ton elma üretilmektedir. 1998 yılında 579 dekar alanda şeker pancarı üretimi başlamıştır.


          Gölcük Yaylası, Yalıhüyük'ün Bozkır -Antalya yolu ile toros dağlarının bağlandığı yerde çam ağaçlarıyla bezenmiş, kekik kokusuyla süslenmiş bir yaylasıdır. Burada çeşitli etkinliklerin sergilendiği "Gölcük Yaylası Şenlikleri" düzenlenmektedir

Güneysınır
İlçemiz Güneysınır bölgesinde bulunan höyükte ve çevresindeki bazı köylerimizde topraktan yapılmış çanak, çömlek ve madenden yapılmış eserler bulunması, Güneysınır ve çevresinin tarih öncesi devirlerden bu yana iskan yeri olarak kullanıldığının delili olmaktadır.

         Güneysınır daha önce Bozkır'a bağlı iken 1955 yılında Çumra'ya ait Karasınır ve Güneybağ (Elmasun) kasabaları haline getirilmiştir.Bu iki kasaba 9 Mayıs 1990 tarihinde birleştirilerek Güneysınır İlçesi'ni oluşturmuşlar, Güneybağ ve Karasınır ise ilçenin iki güzel mahallesini oluşturmuştur.

        Konya'nın güneyinde ve Konya'ya 70 km.uzaklıkta yer alan Güneysınır ilçesinin yüzölçümü 38.000 hektardır. İlçemizin büyük bir bölümü dağlıktır. Bu dağlarda bulunan türlü türlü üzüm bağları günümüzde oldukça azalmıştır.

         Güneysınır’da karasal iklim hüküm sürmekle beraber, az da olsa Akdeniz ikliminin ılımanlaştırıcı tesirlerinden de söz etmek mümkündür. Kış aylarında kar olarak düşen yağışlar, ilkbahar ve sonbaharda yağmur şeklindedir. Doğal bitki örtüsünün bozkır olduğu bölgemizde, yükseklere çıkıldıkça ardıç, meşe ve çamdan oluşan ormanlık alanlara rastlanır. Ormanlık alanlar yaklaşık 13.000 hektar kadardır.

          Toros dağlarının arasında akan Göksu deresi, Güneysınır ile Hadim İlçesi arasındaki sınırı oluşturmakta, Kızılöz ve Aydoğmuş göletleri ise başlıca su kütlelerini oluşturmaktadır.

                   Güneysınır'ın Doğal ve Tarihi Güzellikleri

          Güneysınır doğal güzelliği, yaylaları ve mağara gibi doğal oluşumları ile zengin bir yer olmasına rağmen tanıtım yapılamaması nedeniyle turizm açısından hakettiği yeri alamamıştır.

          Güneysınır'ın yüksek kesimlerinde bulunan yaylaların temiz havası, suyu, doğal yapısı ve çam, ardıç, meşe gibi ağaçlarla kaplı olması nedeniyle bir çok kişi tarafından dinlenmek için tercih nedeni olmaktadır. Bu yaylaların en önemlileri Akkışla Yaylası ve Kent Yaylasıdır.

          İlçemizde birçok mağarada bulunmakta olup bunların en önemlisi Güneybağda bulunan Güvercinlik Mağarasıdır. Mağara Araştırmacıları tarafından yapılan araştırma sonucundaki raporlara göre;

        Güvercinlik Mağarası giriş ağzı 1090 metre rakımda bulunmaktadır. Mağara, birincisi fosil özellikler gösteren ve sırasıyla 40,25, 20 ve 30 metrelik inişler gösteren dikey kısım ve salon kısmından oluşmaktadır. -130 metrelik inişten sonra geniş salonun başlangıç kısmına ulaşılmaktadır. Tavan yüksekliği 30 metre olan salon oluşum açısından oldukça zengindir. Mağarada perde oluşumlar, bayrak sarkıtlar, duvar sarkıtları, mağara sütleri gibi hemen hemen her cinsi oluşuma rastlamak mümkündür. Mağaranın uzunluğu 364 metredir. Mağarada bulunan dev salon bu güne kadar ülkemizde dikey mağaralarda rastlanılan en geniş salondur.

          İlçede tarih öncesi devirlerden kaldığı düşünülen iki adet höyük bulunmakta olup bunların tarihi ile ilgili henüz tam bir çalışma yapılamamıştır. Bu höyükler halk arasında "Güdelesin Höyüğü" ve "Gavur Höyüğü" olarak adlandırılmaktadır.

         Güneysınır Alanözü Kasabasında 2020 yaşında anıt ağaç bulunmaktadır. İlçe Merkezimize 5 km. uzaklıktaki Gürağaç köyünde Ak Türbe bulunmaktadır.


          Göksu Şelaleleri ilçemiz hudutlarında olup Şelalere giden yol ilçemizden geçmektedir. Göksu şelaleri bir doğa harikası olup görülmeye değer yerlerdendir.

Sarayönü
Sarayönü ilçesi yerleşim alanında 4000 yıl kadar önce Hititler'in yaşadıkları bilinmektedir. Daha sonraları Frigyalıların ve Bizanslıların eline geçti. Selçuklular ve Osmanlılar zamanında tamamen "Türk Yurdu" oldu.

        Kuruluş hakkındaki tarihi bilgilere göre Sarayönü'nün güney batısında bulunan Saiteli ile güneyindeki Ladik Dağlarının eteğinde kurulmuş olan Bozok (Öziçi) ili adı ile bilinen iki kasaba halkının; oturdukları yerler haçlı ordusunun geçiş yolu üzerinde olmasından bu ordunun yağmasından kurtulmak istediler. Bu sebeple inlerin bulunduğu, bugünkü Yukarı Mahalle denilen yere göç ettiler. İşte bu yüzden kasabalarından göç edip inlere yerleşenler Sarayönü'nün kuruluşunda öncü olmuşlardır.

       Tolabası adı ile anılan bu inlerin o zamanlar hem sığınak hem de mesken olarak kullanıldığı tahmin edilmektedir.Sarayönü ilçesinin ismi bu inlere bağlanır. Büyüklüğü, konforu ve kullanışlı olması bakımından saraya benzetilen bu inlerden dolayı buraya SARAYİNİ denmiştir. Bu isim zamanla "Sarayönü" biçiminde kullanılır olmuştur.

      Sarayönü, kuzeyinde Cihanbeyli, batı'dan Kadınhanı, doğudan Konya ili, güneyden Ladik Dağları ile sınırlıdır. Bölgemizde yüzey şekilleri bakımından bir sadelik göze çarpar. İlçemiz toprakları Cihanbeyli platosunun güney uzantısındaki düzlükler üzerinde bulunmaktadır. Sarayönü güneyden Batı Torosların bir uzantısı olan Sultan Dağları ve Ladik Dağları ile çevrilmiştir.

       Sarayönü ilçesinin ekonomisi   tamamen   tarım   ve   tarımsal   ticari  faaliyetlere  bağlıdır. Buğday, arpa, şekerpancarı, mercimek, nohut, kimyon temel ürünleri ile bunun yanında hayvancılık yapılmaktadır. Hayvan ürünleri  de diğer gelir kaynaklarındandır.  2 Adet Devlet Üretme Çiftliği de yörenin ekonomisine ek gelir kaynağı sağlamaktadır.İlçede faal olarak 2 adet un fabrikası 1 adet te yem fabrikası bulunmaktadır.


       Bunların yanında ilçede halıcılık az da olsa geçim kaynağı olarak göze çarpmaktadır. Ladik tipi halıcılık başta Ladik Kasabası olmak üzere Sarayönü merkez ve diğer köylerde el tezgahları vasıtasıyla halkın önemli gelir kaynağını oluşturmaktadır Ayrıca ilçemizde kültür balıkçılığı da (Alabalık) yapılmaktadır.

Kadınhanı
Kadınhanı ilçemiz klasik dönemde Pira adıyla anılmış ve uzun süre Doğu Roma İmparatorluğu tarafından yurt edinilmiştir. Asıl ününü Selçuklular devrinde kazanan ilçemiz, Selçuklu sarayına mensup olduğu sanılan, Mahmut kızı Raziye Hatun'un 1223 yılında yaptırmış olduğu kışlık han etrafında 1256 yılından itibaren oluşmaya başlamıştır.

      Hanın inşasında Romalılar'a ait resimli mezar taşları kullanılmış ancak bu taşların nereden toplanıp getirildiği anlaşılmamaktadır. Kadınhanı adını bu handan almıştır. Bilahare bu bölge Selçuklu Beyleri'nden Sait adındaki bir paşaya arpalık olarak verildiği ve bundan sonra bu kasabasının "Saiteli" adıyla anıldığı bilinmektedir.

      Kadınhanı, Karamanoğulları zamanında vilayet merkezi olarak idare edilmiş, Karaman-Osmanlı mücadelesine kuvvetleri ile katılmıştır. Kadınhanı muhtelif tarihlerde Osmanlıların eline geçmiş, tekrar Selçuklu hakimiyetine girmiş, son olarak 1467 yılında Konya ile birlikte Karamanoğullarından alınarak Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılmıştır.

      Kadınhanı ilçemizde, Beykavağı Köyündeki tarihi kale kalıntısı ve Demiroluk köyünde yer altından çıkarılan Romalılar'a ait tarihi kalıntılarından başka tarihi eser bulunmamaktadır. 1880 yılında Belediye Teşkilatı kurulmuş, Sait Paşanın arpalığı olması nedeniyle 1919 yılında "Saiteli" adı ile ilçe yapılmıştır. 1935 yılında ise İsmi Raziye Hatun'un yaptırmış olduğu taş handan dolayı "Kadınhanı" olarak değiştirilmiştir.

     Kadınhanı ilçesi, Konya'nın batısında Konya-Afyon karayolu üzerindedir. İlçenin doğusunda Sarayönü ilçesi, güneyinde Selçuklu ve Derbent, batısında Ilgın ve Yunak ilçeleri kuzeyde Yunak ilçesi bulunmaktadır. İlçenin güneyi dağlık (Sultandağları), kuzeyi ovalıktır.


      Kadınhanı sınırları içerisinde ve 5 göz adında Sarayönü ilçesi topraklarında çıkan ve ilçemiz Kökez köyünün tarımsal amaçla kullanıldığı, derecik şeklinde 2 yer üstü suyu bulunmaktadır. Ayrıca Ilgın ilçesi Çavuşcu gölünden, kanallarla gelen sulama suyuyla Atlantı Kasabasında yaklaşık 96000 dekar alanı sulamaktadır.

Taşkent
 Taşkent, Orta Toroslar Taşeli Platosunda, Göksu vadisi kanyonları üzerinde yer alan küçük, ama şirin bir ilçemizdir. Tarihi kayıtlarda "Komesettin İli" olarak anılan Ermenek civarının 1227-1228 yıllarında Karamanoğulları'nın yerleşimine açılması ile yöredeki Türkmenler daha rahat hareket eder duruma gelişmişlerdir. Toros dağlarında kalan Ermenilerin Kilikyada (Çukurova) toplamaya başlamaları ile doğan boşluk Türkmen boylarından özellikle Avşar, Çetmi, Köseliler vb. boylarının yöreye iskanı ile doldurulmaya başlamıştır.

      Ekseriyeti Avşarlardan oluşan Türkmenlerin Taşkent'e yerleşim tarihleri takriben 1225-I250 yılları arasındadır. Taşkent yanında şu an çevre kasabalar olan Avşar, Çetmi, Balcılar ve Bolay'ın da yerleşimi göçebe olarak buralara gelen Türk boylarının zamanla yerleşik hayata geçmeleri ile olduğu düşünülmektedir.

        İlçe merkezi yörede en eski yerleşim yeri olup, tarihi yapılarda da bu doğrulanmaktadır. 1570 tarihli tapu tahrir defterlerinden anlaşıldığı üzere Pirlerkondu (Taşkent'e) da 400 vergi mükellefinin bulunduğu kaydı mevcuttur. Taşkent, Alanya ile Karaman arasındaki kervan yolu güzargahında yer alan müstahkem bir mevkiye sahiptir. Bu özelliğinden dolayı eski tarihlerde ticaret ve zanaatkarlık oldukça gelişmiştir.

        Taşkent ilçe merkezinin yörenin en eski yerleşim yeri olduğu tarihi belgelerle de doğrulamaktadır. Tarihte "Pirlerkondu" adıyla tanınan merkezi 1930 yılında Vali İzzet Bey tarafından "Taşkent" adı ile anılan nahiye 4 Temmuz 1987 tarih ve 19507 Sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 3392 sayılı Kanun gereğince ilçe olup, 11 Ağustos 1988 tarihinde fiilen faaliyete geçmiştir.

       Taşkent; Konya İlinin 135 km. güneyinde Akdeniz sahiline yaklaşık 100 km. uzakta olup, Akdeniz bölgesinde yer alır. Ancak bulunduğu yer Orta Torosların, Taşeli mevkiinin oldukca yüksek bir bölge olması nedeniyle bozulmuş Akdeniz iklimi ile karasal iklimin özelliklerini bir arada görmek mümkündür. Taşkent'te kışlar soğuk ve karlı yazlar ılık ve kurak geçer.


         Taşkent’in 4 kasaba, 5 köy ve ilçe merkezi ile birlikte toplam 10 yerleşim birimi bulunmaktadır. Kasabalarımız Avşar, Balcılar, Bolay ve Çetmi olup, köylerimiz ise; Büyükılıcapınar, Küçükılıcapınar, Kecimen, Kongul ve Sazaktır.  

Karapınar
Karapınar ilçesi, Anadolu'yu Ortadoğu'ya bağlayan önemli bir yol güzergahında bulunduğundan, bölgeye  ilk yerleşmeler Hititler döneminde görülmektedir.

       Osmanlı'nın "Sultaniye" adını verdiği Karapınar'a 1500 yılında Celali ve Levent (Çiftbozan) isyanları gelmiştir. Eşkiyadan rahatsız olan halk, evlerini terkederek Karacadağ eteklerine çekilmiştir. Sıkıntılı günler 14 yıl devam etmiş, Çaldıran Seferine, giden Yavuz Sultan Selim'e şikayetlerini bildiren Karapınarlılar padişahtan yardım istemişlerdir.

       Padişah, bölgede huzur ve güvenin sağlanması için bir "Derbentçi Köyünün" kurulmasını istemiştir. İşte bu önemli, fakat geçilmesi zor ve zahmetli yerde kurulan Karapınar'ın imarı 2. Selim'in valiliği döneminde gerçekleştirilmiştir. Mimar Halepli Cemaleddin bu dönemde cami, kervansaray, han, hamam, 39 dükkanlı bedesten, 2 yel değirmeni ve 5 çeşme inşa etmiştir.

       Karapınar, 1868 yılında ilçe olurken 1882'de ise Belediye teşkilatı kurulmuştur. Sultanın ismi 1934 yılında Karapınar olarak değiştirilmiştir.

       Karapınar, killi, kumlu geniş topraklarla kaplıdır. Güneydoğuda Volkanik bir dağ olan Karacadağ ve güneybatıda geniş bozkırlar, krater gölleri obruklar görülmektedir. İlçemizde ilginç görünümler taşıyan Acıgöl, Meke Gölü, Meyil, Cıralı ve Obruk gibi Krakter gölleri bulunmaktadır.

      İlçemiz Karapınar tarihi ve turistik eserlerin en fazla olduğu yerlerden birisidir. Bunlar Sultan Selim (Sarı Selim) Külliyesi, Yağmapınar Camii, Reşadiye Camiidir.

     Karapınar'daki yeraltı şehirleri ve mağaralar şunlardır. Bacanak Ovası mağarası, Kumsivri Tepesinde Arap hamamı, Meke inleri, Meke tuzlası mağarası, Apak Mağaraları, Yazomca mağaraları, Çıralıgölünde yeraltı şehirleri, Bağdaylı köyü Mağaraları, Kayalı kasabası toprakların mağaralar ve yeraltı şehirleri, Akören köyü Mağaraları ve yeraltı şehirleri.

      Karapınar ilçemizde Valide Sultan Hamamı, Çarşı Çeşmesi, Selimiye Şadırvanı, Koca Çeşme (Taşçeşme), Ağaç Çeşmesi (Çetmi Çeşmesi) Apak çeşmesi, Hacı İsa Çeşmesi ve Hankapı Çeşmesi mevcuttur.

       İlçemizde Ali Tepesi Hüyüğü, Yağmapınar, Göynük, Tilkili, Yassıca (Çukurca ve Kızık). İnatçı, Toprak tepe Gözlük Tepesi, Tepesi delik, Küllütepe, Maltepe, Bağırsı, Kiremitlik, Kahvelti tepesi, Kuzu tömeği, Sırnık, Küçük Sırçan (Kellenin) Büyük Sırçan Gögezli Tepesi, Çukur Deper Samık Kalesi, Afşar, Çingen, İldanlı, Rakka, Çimli tepe, Yassı hüyük, Ekinlik veya Ortaoba, Eşek Tepesi, Gedeman, Kül, Kayacık Hüyükleri ve İlbizlik Tepesi vardır.
      Ayrıca Karapınar ilçemizde, Meyil,Çıralı, Acıgöl ve dünyaca ünlü bir doğa harikası olan Meke Tuzlası gölleri mevcuttur.

   Meke Gölü:

      Meke Gölü, Karapınar yakınlarında yoldan 1 km içerde bulunuyor. Göl girişinde metruk bir ev var. Önünden ayrılan rampa, sizi göl kıyısına getiriyor. Evin doğu ve batısından devam eden kömür tozuna benzer yol, bir yandan sizi krater ağzında olduğunuza inandırırken, gölün manzarasının en güzel seyredildiği arka yüzeyine götürüp, çevresini dolaşmanıza da imkan veriyor.

      Kırık kömürü andıran tozsuz yolun dışı, "off-road" zevkini tatmin edecek engebeli bir arazide bodur otlar arasında yol alma olanağı da sunuyor. 4 km'ye yakın çevresi olan Meke Tuzlası krater gölünün içinde oluşan volkan bacası örneği adacıklar, doğa tutkunlarına ayrı bir görsel lezzet sunuyor.


      Meke Gölü'nden Karapınar'a girişte yolun sonunda ve biraz içerde bulunan tepeler yoldan dikkat çekmese de, "Ketirlik" adıyla anılıyor ve ilginç bir kaya kütlesi barındırıyor. Doğanın bir hayli bonkör davrandığı bölgedeki doğal kır çiçekleri, yosun yüzlü kayalar makro fotoğraf çekimlerine meraklı olanların ilgisini çekecektir.

Hadim
İlçemiz Hadim, Akdeniz kıyı şeridi ile Konya Ovasını birbirinden ayıran Batı Toros sıra dağlarının doğu kısmında Taşeli Platosunun tepeleri arasındaki dar vadiler üzerinde kurulmuş bir ilçedir. Hadim ilçe merkezinin tarihi antik dönemlere kadar uzanır. Çevresinde Bizans ve Roma dönemlerine ait bir çok yerleşim kalıntıları mevcuttur. Bolat örenyeri Hadim sınırları içerisinde yer almaktadır.

       1071 Malazgirt savaşından sonra Anadolu'ya yayılarak Kara Hacı Mustafa Efendi başkanlığındaki bir aşiret Hadim'in bulunduğu yere yerleşmişlerdir. Anadolu'nun Kültürel yönden Türkleştirilmesi esnasında din alimlerinin yetiştirdiği bir yer durumuna gelen İlçemize "Belde-i Hadimül-ilm" adı verilmiştir. İsmi Hadim’le özdeşleşen, ilçede medfun bulunan, ünlü din alimi Hadimi Hazretleri’nin mezarı ve türbesi her yıl ziyaretçi akınına uğrayan, manevi mekanlarımızdan biridir.

       İklim özelliği olarak Akdeniz bölgesi içerisinde yer alır. Konya İl Merkezine uzaklığı 128 Km' dir. Hadim’in Alanya ile sınırında kalan Gevne bölgesinde Aktepe (Geyi Dağları) 2588 m yükseklikte olup, İlçenin en yüksek noktasını oluşturur. Ayrıca, Hadim'de bulunan Yerköprü Şelalesi cilt hastalıklarına iyi gelmekle birlikte, görülmeye değer manzarasıyla adından sözettirmektedir.

                                  Yerköprü Şelalesi

       Konya'dan Karaman yönünde ovada uzanan ip gibi düz ve geniş yoldan, Hadim tabelasına kadar geliyorsunuz. Hadim'e gelmeden Aladağ'a doğru 29 km devam ederek çevreye uyumlu toprak renkli evleriyle göze batan Yağcılar'dan 7 km sonra, Bademli'ye ve Şelale'ye ulaşılıyor.

       Araçtan inip çok kısa bir yürüyüşle su sesinin geldiği tarafa yönelince, kendinizi mağaralar, kireçtaşı havuzlar, yosunlu travertenler, çeşitli oluşumlar ve yöreye özgü bitkiler arasında buluyorsunuz. 20 metre yükseklikten koparcasına akan Şelale, bazen yer altından bazen de yer üstünden Akdeniz'e ulaşma uğruna, yoluna devam ediyor. Göksu nehri şaşırtıcı travertenlerin oluşumundaki etkisiyle izleyenlerde hayranlık uyandırıyor. Şelale çevresinde hem fotoğraf çekip, hem de değişik açılar bulmak gibi bir hevesiniz varsa, kayaların ıslak ve yosunlu, kaygan kısımlarına ve bastığınız yerlere özel bir dikkat gerekiyor.
       Coşarak dökülen azgın suların, etrafa dağıttığı su zerrecikleri ve oluşan hırçın akıntıların çıkardığı uğultulu ses, kısa sürede üzerinizdeki tüm yorgunluğun ve birikimlerin kaybolmasına neden oluyor. Kükreyen su sesine karışan mutlu kuşların korosu eşliğinde piknik ve kamp yapabileceğiniz mekanda, mevsime göre değişen ışık efektleriyle farklı renkleri keşfedebilir, gökkuşağını görebilir ve ilginç fotoğraflar çekebilirsiniz. Yağışların neden olduğu toprak rengi su ise yazın daha bir maviliğe bürünüp netlik kazanıyor.
 
                                HÂDİMÎ HAZRETLERİ

       Büyük velî, fıkıh ve tasavvuf âlimi. İsmi, Muhammed bin Mustafa, künyesi Mevlânâ Ebû Saîd'dir. 1701 (H.1113) senesinde Konya'nın Hâdim kasabasında doğdu.

       Mevlânâ Ebû Saîd Muhammed Hâdimî'nin dedeleri Buhârâlıdır. Dedelerinden Hüsâmeddîn Efendi, Buhârâ'nın tanınmış asîl âilelerinden olup, âlim ve velî bir zâttı. Anadolu'ya gelerek, Hâdim kasabasında yerleşti. Muhammed Hâdimî'nin babası Fahr-er-Rûm (Rûm diyârının seçilmişi, herkesin onunla övündüğü) nâmıyla meşhûr Kara Hacı Mustafa Efendidir. Mustafa Efendi, tanınmış âlimlerdendi.

       Muhammed Hâdimî, ilk tahsîlini babasından gördü. On yaşında Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Arabî ve Fârisîyi öğrendi. Babasının emriyle Konya'daKaratay Medresesine yazıldı. Burada beş sene ilim öğrendikten sonra, hocası İbrâhim Efendinin tavsiyesi ile İstanbul'a gitti. İstanbul'da zamânın meşhûr âlimlerinden Kazâbâdî Ahmed Efendiden ilim öğrenerek icâzet aldı. Yirmi yedi yaşında yüksek tahsîlini bitiren Muhammed Hâdimî, dört katır yükü kitapla Hâdim'e döndü. Babasının boş bıraktığı Hâdim Medresesinde ders vermeye başladı.

       Kısa zamanda nâmı İstanbul'a kadar varan Muhammed Hâdimî hazretleri, öncePâdişâh Üçüncü Ahmed Han, sonra da Birinci Mahmûd Han tarafından İstanbul'a dâvet edildi.

       Hâdimî hazretleri talebelere ders vermenin yanısıra, insanların hidâyete gelmesine, İslâm ahlâkını ve hukûkunu öğrenmesine vesîle olmak için çok çalıştı. Pekçok kitap yazdı. Bu eserlerden, İmâm-ı Birgivî hazretlerinin Tarîkat-ı Muhammediye isimli kitâbına yaptığı şerhi çok kıymetlidir. Bu şerhe Berîka ismini vermiştir. Muhtelif târihlerde sık sık basılmıştır.

       Muhammed Hâdimî hazretlerinin insanlığın saâdeti için hazırladığı eserleri pek çoktur. Bunlardan bâzıları şunlardır:


1) El-Berîkat-ül-Mahmûdiyye fî Şerhi Tarîkat-il-Muhammediyye, 2) Dürer Hâşiyesi, 3) Hâşiyetün alâ Tefsîr-i Sûret-in Nebe' lil-Beydâvî, 4) Risâletün fî Sülûk-in-Nakşibendiyye, 5) Risâlet-ül-Huşû'i fis-Salâti, 6) Risâletün fî Hakk-ıl-Istihlaf, 7) Arâyis-ün-Nefâisi fî İlm-il-Mantık, 8) Menâfî-ud-Dekâik fî Şerhi Mecâmi-ul-Hakâik. Bu eseri Mecelle'nin küllî kâidelerine kaynak olmuştur.

Altınekin
Altınekin ilçemizin tarihi oldukça eski devirlere, Hititlere kadar dayanmaktadır. Altınekin ilçemizde Romalılara ve Frigyalılara ait eseler bulunmaktadır.

           Altınekin’in eski adı suyu bol anlamına gelen ZIVARIK’tır. Roma devrinde Pegella adında büyük bir kent olan Altınekin en parlak dönemini Selçuklular zamanında yaşamıştır. Bu dönemde büyük bir ticaret merkezi olan İlçemiz,  Sarnıç Hanı ve Zıvarık Hanı ile yolculara büyük hizmetler vermiştir. Bu dönemin en önemli eserlerinden biride Ali Paşa camiidir

         Altınekin, Selçuklular zamanında önemli ve parlak  bir ticaret merkezi idi. Fakat Altınekin arazisinin kıraç oluşu gelişmiş olan ticaretini göçlerin başlaması nedeniyle yavaş yavaş söndürdü.

          Cumhuriyet Döneminde genelde tüm kamu kuruluşlarıyla birlikte gelişmiş bir yerleşin merkezi iken, bu kurumlar daha sonra başka bir yere taşınmasıyla birlikte küçük bir nahiye halini almıştır. Daha sonra  Altınekin 4 Temmuz 1987 gün ve 19507 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 3292 Sayılı Kanunla ilçe olmuştur.

           Altınekin'in yüzölçümüne baktığımızda 1106km²'lik bir alanda bulunmaktadır. İlçede 645960 dekar ekilebilen alan bulunmaktadır. Bunun 442800 dekarı sulu alanları, 203160 dekarı ise kuru alanları oluşturmaktadır. Yani ilçede ekilebilen alanların %69'u sulak alanları, %31'i ise kurak alanları oluşturmaktadır. İlçenin ekonomik göstergesi olan ve en çok yetiştirilen tarım ürünleri buğday ve şekerpancarıdır. Son zamanlarda ayçiçeği ve fasulyede kendini göstermeye başlamıştır.İlçede küçükbaş hayvanlardan en çok koyun, büyükbaş hayvanlardan ise en çok sığır yetiştirilir. Kümes hayvancılığı ise genelde herkesin kendi ihtiyacını karşılayacağı nitelikte yapılmaktadır.

         İç Anadolu bölgesinde olması nedeniyle karasal iklim kuşağı içindedir. Ancak, Altınekin’deki karasal iklimin özellikleri İç Anadolu’nun karasal iklim tipinden çok, Doğu Anadolu’nun karasal iklim tipi ile benzerlik göstermektedir.

           Altınekin ile Konya arasında iklim farklılıkları vardır. Yaz ayları çok sıcak, kış ayları ise sert ve soğuk geçmektedir. Ortalama yıllık sıcaklık 10.9 c’dir. Kış aylarının büyük bir kısmında don olayı görülür. İlçede yıllık değerlere göre yağış miktarı ise, 373,5 mm.dir. Yılın Ocak, Şubat, Mart, Kasım ve Aralık aylarını incelediğimiz zaman donlu gün olaylarının genelde bu aylarda yoğunlaştığı gözlenmektedir.


           Altınekin’e bağlı 3 mahalle, 2 kasaba, 15 köy vardır. İlçenin köy ve kasabasına bağlı çok sayıda yayla ve mezrası vardır. Altınekin in,Tarıma elverişli yer altı suları ile sulanan geniş arazileri vardır. Altınekin de bulunan Sarnıç Hanı, Zıvarık Hanı ve Ali Paşa Camii tarihi dokunun birer vesikasıdır.

Akören
Dünyanın en eski kenti olan Çatalhüyük'e 49 km. gibi yakın bir mesafede olan Akören ilçemizin geçmişi M.Ö. 7000- 6500 yıllarına kadar dayanmaktadır.

      Edinilen göre Akören bölgesinin gür ormanlarla kaplı ve çok miktarda av hayvanlarının olması nedeniyle "Av vuran" ile "Av veren" veya "Ağaç evreni" anlamına gelen ve "Avren" olarak adlandırıldığı, çevresindeki 7 viraneden gelen halkın bugünkü yerleşim yerinde toplanmasıyla "Akviran" olarak adının değişikliğe uğradığı söylenmektedir. Cumhuriyet döneminden sonra 1961 yılında İçişleri Bakanlığınca Akviran ismi değiştirilerek "Akören" olarak resmen tescil edilmiştir.

     Başbakanlık Arşivi ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün arşivlerinden anlaşıldığı üzere 16. Yüzyılda Akören, Konya Sancağının Hatunsaray Kazasına bağlı ve askerlik işlemleri Seydişehir aracılığıyla yürütülmekte olan bir köy iken daha sonraları Çumra’ya bağlı bir köy haline gelmiştir. 4 Ağustos 1914 yılında Akören Bucak olmuş ve  aynı tarihte de Belediye Teşkilatı kurulmuştur. 1953 Yılında Bucak iken adli teşkilat kurulmuş ancak 5 yıl hizmetten sonra 1958 yılında Çumra’ya nakledilmiştir.
   
      1926 ve 1958 yıllarında iki ayrı ilçe olma girişimleri neticesiz kalmış ve nihayet 19 .06 .1987 gün ve 3392 sayılı kanunla kendisine bağlı 8 köyü ile birlikte Akören, ilçe statüsüne kavuşmuştur. Daha sonra 20.06.1991 gün ve 91-38043 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile Bozkır İlçesinden ayrılarak mülki yönden kendisine bağlanan Avdan, Dutlu ve Belkuyu ile birlikte köy sayısı 11 olmuştur.

     İçanadolu Bölgesinin güney batı kısmında yer alan Akören'in kuzeyinde Konya ili ve Abaz Dağları, güneyinde Bozkır ve batısında Seydişehir bulunmaktadır. Sınırları içerisinde May Barajı (7.8 km2) ile Akören ve May Göletleri bulunmaktadır. Bu göllerde özellikle aynalı sazan ve kırmızı süs balıkları bulunmaktadır. Akören’de İç Anadolu Bölgesinin tipik iklimi olan kara iklimi hüküm sürer. Kışları soğuk ve yağışlı, yazları sıcak ve kurak geçmektedir.

                         Akören'deki tarihi eserler

      Akören tarihi yönden oldukça zengindir. Yarımca mevkiinde Selçuklular'dan kalma olduğu sanılan bir Sarnıç, Akçeşme mevkiinde mezarlar ve bunlara ait mezar taşları ile Selçuklular'dan kaldığı sanılan bir köprü bulunmaktadır. Akören'in merkezi sayılan Çeşme Camii'nin avlusunda bir su deposu bulunmaktadır.
     Akören'in kuzeybatısında bir dağda savaş zamanı kazıldığı sanılan, kırk tane bölmesi olduğu bilinen bir mağara bulunmaktadır. İlçedeki en eski yapı 1850 yılında inşa edilen Koca Camii'dir. 1916 yılında yapımına başlanan Koca Çeşme 'nin ise Sille 'de oturan Rumlarca yapıldığı belirtilmektedir.
                        Coğrafi Yapısı ve İklimi:


            37c-38c Kuzey enlemleri ile 32c-33c doğu boylamları arasında İç Anadolu Bölgesinin güneybatı kısmında yer alan Akören’in kuzeyinde Konya ve Abaz Dağları, güneyinde Bozkır, doğusunda Çumra ve batısında Seydişehir bulunmaktadır. İlçenin mülki sınırları içerisinde May isimli bir baraj gölü (7,8 Km2) ile Akören ve May isimli 2 gölet bulunmaktadır. İlçenin yüzölçümü yaklaşık 445 Km2 olup denizden yüksekliği 1.130 metredir.  İlçede İç Anadolu Bölgesinin tipik karasal iklimi hüküm sürer. Bölgede ölçülen en yüksek sıcaklık 1960 yılının Ağustos ayında 40,8 santigrat, en düşük sıcaklık 1960 yılının Ocak ayında –28,2 santigrat derecedir.

Doğanhisar
Doğanhisar ilçesi M.Ö. 500 yıllarında Metyos (Meteos) adıyla kurulmuştur. M.S. 395 yılında Bizans İmparatorluğunun eline geçmiş, M.S. 704-708 yıllarında Emevi ve Abbasi ordularının taarruzlarına uğramıştır. Bu savaşlarda şehit olan Seyit Ahmet'in mezarı şehrin Kızılışık Mevkiinde bulunmaktadır.

          1071 Malazgirt Savaşını müteakip Selçukluların batıya yayılışları sırasında 1100 yılında Doğanhisar Türk hakimiyetine geçmiştir. Şehrin adı Selçukluların arması olan doğan kuşuna izafeten "Doğankalesi" olarak değişmiştir. Daha sonra Doğanhisar adını almıştır.

           Doğanhisar, 1298 tarihinde Karamanoğulları idaresine geçmiş, Fatih Sultan Mehmet devrinde 1473 yılında Karamanoğulları saltanatına son verilerek Osmanlı İmparatorluğuna katılmıştır. Cumhuriyetten sonra 1957 yılında da ilçe merkezi olmuştur.

           Doğanhisar ilçe merkezi Sultan Dağlarının kuzey doğuya bakan eteklerinde kurulmuştur. Konya'nın 122 km. batısında bulunmaktadır.

           Doğanhisar ilçesi, doğuda Ilgın İlçesine, güneyde Hüyük İlçesine, batıda Isparta İli, kuzey batıda Akşehir ilçesi ile kuzeyde Ilgın Argıthanı Kasabasına komşudur. Doğanhisar’ın yüzölçümü 519.5 km2 olup, denizden yüksekliği 1200 metredir. Merkez belediye sınırları 93 km2' dir.

           Doğanhisar ilçe Merkezi Sultan Dağlarının Kuzey Doğuya bakan eteklerinde kurulmuştur. Konya İl merkezine 122 km. uzaklıkta bulunmaktadır. Doğuda Ilgın İlçesine, Güneyde Hüyük İlçesine, Batıda Isparta İli, Kuzey Batıda Akşehir İlçesine, Kuzeyde Ilgın İlçesi Argıthanı kasabası ile komşudur. İlçenin Yüzölçümü 519.5 Km. olup, denizden yüksekliğin 1220 metredir.Merkez Belediye sınırları 93 Km2 dir.

           Doğanhisar’da yağışlar ilkbahar ve sonbahar olmak üzere 2-3 ay kadar sürür. Yazlar kurak ve sıcak, kışlar yaklaşık olarak 2 ay karla örtülü kalır. Genel olarak kara iklimi hüküm sürer.

           Doğanhisar, İzmir – Konya yoluna 18 Km. Isparta yoluna 40 Km uzaklıkta asfalt yol ile bağlanmaktadır. Doğanhisar Konya İline 122 Km, Akşehir İlçesine 45 Km uzaklıkta olup, Konya – Akşehir- Beyşehir ve Seydişehir İlçelerine günlük belirli saatlerde giden otobüslerle ulaşım sağlanmaktadır.


           Doğanhisar-Argıthanı ile Doğanhisar-Hüyük yolları bakım ve onarım gerektirmekte ise de yeni yapılan ve halen inşaatı devam etmekte olan yol projesi bittikten sonra rahat bir ulaşım sağlanacaktır. Kasaba ve Köylerimize yaz aylarında rahat bir ulaşım sağlanmakta ise de Konakkale Kasabası ile Furunlu ve Güvendik köylerine kış aylarında ulaşım zorlaşmaktadır.

Halkapınar
Halkapınar ilçemiz, Anadolu'nun en eski yerleşim yerleri arasındadır. Hitit Şehir Devletlerinden Tuvana Krallığı merkezi Aydınkent olmak üzere M.Ö. 1200 -M.Ö.742 yılları arasında Halkapınar'a hakim olmuştur. Bu krallıktan günümüze Aydınkent köyünde bulunan Kral Warpalavas'a ait İvriz Kaya Kabartması ulaşmıştır.

        Asur egemenliğine geçen Halkapınar, M.Ö. 64 yılında Romalılara bağlanmış, M.S.395' de Roma'nın ikiye ayrılmasıyla Bizans denetimine geçmiştir. Adana ve Tarsus üzerinden Toroslar'a kadar ilerleyen Abbasi Devleti Yermük Savaşında Bizans'ı yenerek onlarla Halkapınar ile Ereğli'nin gelirinin vergi olarak ödenmesi şartıyla anlaşmışlardır. Abbasiler'in zayıflaması üzerine Bizans denetimine geçen Halkapınar, Malazgirt Zaferimiz'den 6 yıl sonra 1077'de Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından Selçuklular'a bağlanmıştır.

       1276'da Karamanoğlu Mehmet Bey zamanında Karamanoğlu Beyliğine geçen Halkapınar, 1468'de Fatih Sultan Mehmet zamanında Ereğli ile birlikte Osmanlı sınırlarına dahil edilmiştir. Osmanlı Devleti zamanında askerden arındırılmış bölge durumuna getirilen Halkapınar, İstanbul'da oturan Dar'us sade Ağası tarafından idare edilmiştir.

        Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Halkapınar, Ereğli ilçesine bağlı bir bucak olmuş, Belediye Teşkilatına ise 1954 yılında kavuşmuştur. Eski adı Zanapa iken 1962'de Halkapınar olarak değiştirilmiştir.

              İvriz Kaya Kabartmaları Anıtı ve özellikleri:

         Halkapınar'ın Aydınkent köyünde bulunan İvriz Kaya Kabartması dünyanın en eski ziraat anıtlarından birisidir. Kısaca İvriz Kaya Anıtı, dünyadaki ilk tarım anıtıdır. Anıtın tarihi özelliği çevresinin doğal güzelliği ile birleşince Aydınkent köyü yerli-yabancı bir çok turistin uğrak yeri olmaktadır.

      "TUVANA KRALLIĞINDAN ZAMANIMIZA GELEN EN ÖNEMLİ KABARTMADIR. Geç hitit dönemine ait kabartma tuvana krallarından WARPALAWAS tarafından M.Ö 8.YY.da yaptırılmıştır. Bereket tanrısı TARHUNDAS ile onun karşısında ibadet eden kral warpalawas figürleri vardır.Arka kısımdaki HİTİT hiyeroglif yazısında;


         "BEN HAKİM VE KAHRAMAN TUWANA KRALI WARPALAWAS SARAYDA BİR PRENS İKEN BU ASMALARI DİKTİM TARHUNDAS ONLARA BEREKET VE BOLLUK VERSİN" denilmektedir. İvriz Kabartmalarında ayrıca ARAMİ, ASUR ve FRİG sanatının etkileri görülür."

Derbent
Derbent ilçesinin, 18.yüzyıla ait Osmanlı belgelerine göre  eski adı Tatlarhisarı'dır. Tatlarhisarı Derbent'in kuzeyinde bulunan bir köyün adıdır.

           Konya Salnamelerinde 1880 den sonra Derbent'i kayıtlı görüyoruz. Bu tarihte Derbent' te bir medrese bulunduğu rivayet edilmektedir. On sekizinci asırda imparatorluk sınırları içindeki Derbent Teşkilatları bozulmaya başlamıştır.

             Bu bozulma , Konya Tatlarhisarı Derbent’i için de geçerlidir. Bozulma sonucunda, Tanzimat Devrinde yeni kurulan Zaptiye İdaresine bağlanan Derbent, bundan sonra da sadece “Derbent” ismiyle anılmaya başlanmış, kayıtlara da “DERBENT” olarak geçmiştir.

            Derbent'te yerleşik bulunan halkın büyük çoğunluğu Tatlarhisarı Köyü'nün devamıdır. 1720 yılında Arkıd-Hanına Akşehir ve Ilgın Kazaları ve köyleri ile birlikte Derbent civarına da 62 hane nakledilmiştir. Bu 62 haneden kaçının Derbent civarına yerleştirildiği tespit edilememiştir. Bölgeye yerleştirilenler: Boz-Ulus Türkmenlerinden Kara-Halilu, Çavuşdurlu ve Bekirli cemaatleri (Aşiretleri) idi.

           Derbent ,1930 yılında kasaba ve 1990 yılında da ilçe olmuştur. Yüzölçümü 300 km2 olup, bunun yaklaşık 10 km'si sulanabilir vaziyette toplam 156 km2' si tarım arazisidir. Kalan kısım ise yerleşim yerleri ile orman ve mera arazileridir.

           Derbent; llgın, Doğanhisar, Kadınhanı, Beyşehir, Selçuklu, ve Hüyük ilçeleriyle çevrilidir. Derbent, engebeli bir arazi yapısına sahip olup, Uzundere, Bellikli ve pınarcık yaylalarıyla ilgi çekicidir. Önemli bir akarsuyu yoktur. Pınarlı, Derecik, Çiğdemli, Ardınçlı önemli küçük derelerdir. Derbent Göleti ilçe için önemlidir. Sulu tarım bu gölet ile yapılmaktadır. Damla suyu da içme suyu olarak kullanılmaktadır.

           İlçemizde karasal iklim hüküm sürer. Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlıdır. En fazla yağış ilkbahar aylarında görülür. Dere boyları oldukça yeşildir. İlçenin önemli olmasını sağlayan en büyük kaynak Derbent Göletidir.


             Derbent arazisi kuzeyden doğuya uzanan Morbel Dağları, doğudan güneye uzanan Aladağ, güneyinde Ablağı ve Dikmen Dağları ile batı ve kuzeyinde yer alan yaylalarla çevrilidir.

Çeltik
Çeltik ilçesinin kuruluşu 11. ve 12. Yüz yıla kadar uzanmaktadır. İbrahim Hakkı Konyalı'nın "Konya Tarihi" adlı eserine göre Çeltik'in geçmişi Karaman Eyaletine bağlı Akça şehrine dayanmaktadır. Selçuklular ve Karamanoğulları dönemine ait tarihi eserleri bulunmaktadır. Çeltik Merkez Cami en önemli tarihi eserlerinden birisidir.
 
    Çeltik yakınlarındaki İbanın Kuyusu denilen yerde kurulan Akça şehri 1902'de ilçe kimliği kazanmış, ancak bataklığı ve sivrisinek çokluğu sebebiyle ilçe sıfatıyla önce Hatırliya verilmiş, Daha sonra da Cihanbeyli'ye aktarılmıştır.

    1958 yılına kadar köy olarak kalan Çeltik, bu yıl da bucak, 10 yıl sonra da kasaba statüsü kazanmış, 9 Mayıs 1990 tarih ve 3644 sayılı "130 ilçe Kurulması Hakkında Kanun" ile İlçe olmuştur. İlçemiz iki kasabası yedi köyü bulunan 625 km2 yüzölçümlü bir yerleşim birimidir.

     İlçe merkezi Bahçelievler Mahallesi, Yeni Mahalle, Fatih Mahallesi ve Selçuk Mahallesi olmak üzere dört mahalleden oluşmaktadır. İlçe merkezinin nüfusu 4.750, 22 Ekim 2000 nüfus sayımına göre toplam İlçe nüfusu 15.360 kişidir. Yıllık nüfus artışı % 2 olup km2’ye 24 nüfus düşmektedir. Nüfusun % 5’i Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde işçi olarak çalışmaktadır.


      Sosyal yönden ilçe halkı köy yaşantısıyla şehir yaşantısı arasında geçiş safhasındadır. Konutlaşmada bu durum özellikle dikkat çekmektedir. Çeltik  nüfusunun % 30’a yakını Trabzon, Afyon, Emirdağ ve Konya Doğanhisar gibi yerleşim birimlerinden gelen ailelerle karma bir toplum oluşturmaktadır.

        Çeltik ilçe Merkezi başta olmak üzere Küçükhasan Kasabası ve İshakuşağı Köyünde Avrupa ülkelerinde çalışanların sayıları fazla olup, yetişen gençleri iş sahibi yapmak için akraba evlilikleri olmaktadır. Avrupa’da çalışan işçilerin ilçeye yatırımları oldukça azdır.

     Konya'nın kuzey batısında yer alan Çeltik, Doğuda Polatlı, batıda Emirdağ, Güneyde Yunak, Kuzeyde ise Sivrihisar ile çevrilidir.


     İç Batı Anadolu üzerinde kurulmuş Çeltik'te kara iklimi hüküm sürmekte, yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlı geçmektedir.

Tuzlukçu
Tuzlukçu ilçesinin , İbrahim Hakkı Konyalı'nın "Konya İli" adlı kitabında Kanuni Devri'nde, 15 hanelik bir oba olarak kurulduğu yazılmaktadır. Tuzlukçu halkının Doğanhisar Ketenli yaylasından gelerek yazla yakınlarında viran veya ören Tuzlukçu adı verilen mevkiinde konakladıkları, daha sonraları bilinmeyen nedenlerle buradan göç ederek bugünkü yukarıda mahallede bulunan Hüyük ismi verilen tepenin çevresinde yerleştikleri anlaşılmaktadır.

        Tuzlukçu' ya ikinci bir kafile olarak da Sultandağı eteklerinde, yaşayan hayvancılıkla geçinen Avşar Türkmenler'inden bir boy gelmiş 1450 yılları civarında bu kafile bugünkü aşağı mahallenin çevresinde yerleşmişlerdir.

         İlçemizin isminin Tuzlukçu olması konusunda çeşitli rivayetler vardır. Bir rivayete göre çevre ilçe ve köylerden tuz getirmek için tuz gölüne gidin kervanların konaklama yeri olduğu için bu yöreye Tuzlukçu adı verilmiştir. Bir diğer rivayete göre arazinin kıraç ve ağaçsız olması, esen sert rüzgarlardan da çok toz kalkmasının dolayı yöreye Tozlukçu denilmiştir. Zamanla Tozlukçu ismi değişime uğrayarak Tuzlukçu şekline dönüşmüştür.

          Cumhuriyetin ilk yıllarında Akşehir İlçesine bağlı bir köy olan Tuzlukçu 1929 yılında aşağı ve yukarı Tuzlukçu' nun birleşmesiyle nahiye olmuştur. 1949 yılında nüfusunun 2000'i aşması sonucu belediye teşkilatı kurulmuş, 9 Mayıs 1990 tarihinde de ilçe olmuştur. Halen 11 köyü bulunmaktadır.

          Doğusu Ilgın , batısı Akşehir Gölü ve Afyon'un Sultandağı İlçesi Güneyi Akşehir ve Kuzeyi Yunak ile çevrilmiştir. Türkmen-Emir dağlarının güneydoğu uzantılarına yaklaştıkça neojen tabakalardaki dalgalılığın arttığı dikkati çeker. Konarı Köyü bu genç oluşumlarla eski kitlelerin temas yeridir.

         Hursunlu'dan Konarı ve Kundullu'ya doğru gidildikçe hemen tamamen genç kalkerler üzerinden geçilir. Kundullu ve Konarı'dan Tuzlukçu'ya doğru gelindiği zaman kalkerlerin kuzeybatıda kaldığı görülür Fakat az sonra dik bir basamakla ovaya doğru inilir. Basamağın nisbi yüksekliği 60-70 m. kadardır. Tuzlukçu bir ovanın içerisindedir.

         Tuzlukçu ilçesinde hiç akarsu olmamakta birlikte bazı köylerde çok küçük dereler vardır. İlçenin güneybatısında bulunan Akşehir gölü Konya İlinin üçüncü büyük gölüdür. İlçenin bitki örtüsü bozkır olup, genelde yeşilliğin az olduğu görülür. Denizden yüksekliği 960'm.dir. Suyu tatlıdır. Sultan Dağları'ndan inen kar ve yağmur sularından meydana gelen dere sularıyla beslenir.


            Bunun yanında Eber Gölü'nün fazla suları da Akşehir gölüne boşalır. İçinde az da olsa sazan ve turna balığı bulunur. Göl Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 1992 yılında 01/07/1992 tarih ve 1368 kararla "Doğal Sit Alanı" ilan edilmiştir.

Emirgazi
Emirgazi ilçemizin tarihinin Hititlere kadar dayandığı, eski Kışla (Dikilitaş-Yukarıkışla) ve Arısama (Belkaya) da yapılan kazılarda bulunan tabletlerden anlaşılmaktadır. İlçe adını, 2 km. güney doğusundaki "Emrullah Gazi" Türbesinden almıştır. İlçemiz Emirgazi, il merkezine l40 km. mesafede bulunmaktadır. Doğusunda Niğde ili, Güneyinde Ereğli İlçesi, Batısında Karapınar İlçesi ve Kuzeyinde Aksaray İli vardır.

         Hititlerden kalma Eski Kışla diye adlandırılan yerleşim merkezi üzerinde bulunan Kale ve Yeraltı şehrinden Romalılar ve Bizanslılar faydalanmışlardır. Rivayetlere göre bu yerleşim merkezindeki ve Bağlıca Köyündeki halk 5 asır kadar önce dağlara bir kısmı Arısama Dağındaki Kale'ye, bir kısmı da şimdiki Emirgazi'nin kurulu olduğu yere yerleşmişlerdir.

          Emirgazi’nin yaklaşık 2 km kuzeyinde yer alan ve "Kötü Dağ" ismiyle anılan dağ, üzerinde bir kale mevcut olup, kale ve çevresindeki yerleşim yerlerinde eski zamanlarda yapılan kaçak kazılar sonucu; Hitit, Firigya, Roma ve Bizans Uygarlıklarının daha önce bu yerde yaşadıkları anlaşılmaktadır.

          Emirgazi ilçesi İçanadolu'nun en az yağış alan bölgelerinden birisidir. Ayrıca akarsu veya gölet gibi herhangi bir yerüstü su kaynağına sahip değildir. Arazi, bazı bölümlerde engebeli ise de genelde ovalıktır ve bozkırlarla kaplıdır. İlçenin tek ormanlık alanı güney bölümdeki Karacadağ'  da bulunan meşeliklerdir.

        Emirgazi'de Gezilecek yerler:


          Kolak Kabartmaları Çomakhacı Köyü, Gölören ve Elmayokuşu mesirelik alanları. Çomakhacı Barajı, Kolak Yaylası, Koyunkıran dağları, Tepesidelik Tepesi, Karahamdi Deresi,Toluca Anıtı, Kötü Kale, Şarışlı Kalesi (Kayasaray), Kaya Saray

Derebucak
Derebucak ilçemizin kuruluşu 1200-1300 yılları arasına kadar uzanmaktadır. Önceleri Antalya ile Akseki ilçesine bağlanmış, 1900 yılında Akseki'den ayrılarak Seydişehir İlçemize bağlanmış. 1967 yılında belediye teşkilatı kurularak Beyşehir'e bağlı hale getirilmiştir. 

        1987 yılında kabul edilen "103 ilçe Kurulması Hakkında Kanun" ile Derebucak ilçe olmuş Ağustos 1998 de fiilen ilçelik hüviyetini kazanmıştır.

         Konya İl merkezinin 140 km. batısında yer alan Derebucak; Toros Dağları'nın keşfedilmeyi bekleyen yayla, tepe ve mağaraları ile Konya'nın şirin ilçeleri arasında yer almaktadır. 

         4 kasaba ve 4 köyü bulunan Derebucak'ta halkın geçim kaynağını halıcılık, av tüfeği imalatı ve hayvancılık oluştururken 1968 yılında itibaren yurt dışına işçi olarak gidişler başlamıştır. Avrupa ülkelerine yapılan işçi sevkiyatı sonucu kooperatifçilik yaygınlaştırılmıştır. Derebucak genelde dağlık bir yapıya sahip olduğundan tarım alanları nüfusa oranla yeterli değildir. İlçede ticari faaliyet genellikle küçük esnaf şeklinde devam etmektedir. 

         Derebucak'ın toplam alanı 66.000 Hektar olup, ancak bunun 15.000 Hektarı  tarım alanıdır. İlçede 2500-3000 dönüm sulanabilir tarım alanı mevcuttur. Sulu tarım yapılan yerlerde patates, domates, fasulye, mısır, soğan  gibi ürünler, kuru tarım yapılan alanlarda ise; buğday, arpa ve nohut  üretilmektedir. Sebze ve meyve çeşidi olarak, bölgenin ikliminde yetişen her türlü meyve ve sebze yetiştirilmektedir.

          Derebucak'ın toprak yapısı genelde  kumlu ve kireçlidir. Bölgenin belli başlı akarsularından olan Koca Dere Çamlık Beldesinden  doğup Gembos Ovasında  bulunan  düdende batmaktadır. Bundan başka daha küçük olmakla beraber birkaç dere bulunmaktadır. Dağlar; genellikle selvi, çam, ladin, ardıç gibi iğne yapraklı  ağaçlarla kaplıdır.

          Mağaralarıyla dikkatleri üzerine çeken Derebucak merkezinde Balat Mağarası ile Çamlık Kasabasındaki Suludere ve Körikini Mağaraları ilginç merkezler arasında sayılabilir. Taşpınar Köyünde bulunan Hitit kabartması bölgedeki yerleşimin Hitit dönemine kadar uzandığını kanıtlamaktadır.

Hüyük
Hüyük ilçesinin tarihi MÖ. 2000 yıllarında Hititler'le başlamaktadır. Bu dönemden kalan en önemli eser Eflatun Pınarı Anıtıdır. Asur, Friğ, Lidya, Pers, Büyük İskender ve Romalılar tarafından istila edilen Hüyük; pek çok uygarlığın harman olduğu nadir ilçelerimizden biridir.

      Anadolu Selçuklu Devleti'nin merkezi Konya, yazlık merkezinin de Beyşehir gölünün batı kıyısındaki Kubad-Abat olması, bölgemizin önemini artıran sebeplerin başında gelir. 1243 yılında İlhanlı askerleri Çobanoğlu Demirtaş komutasında Anadolu'da büyük tahribat yapmışlar, kargaşaya yol açmışlardır. 

        Bu ortamdan en az zararla kurtulmak için Konya'da oturan Hz. Mevlâna, öğrencilerinden, bölgenin elverişli yerlerinde gizlenmelerini istemiştir. İşte, bu arada Hüyük'ün kurucuları olarak bilinen ve Hüyük'te türbeleri bulunan Şeyh İdris ve Şeyh Bahri'nin bu çerçevede Moğol zulmünden kaçarak Hüyük'e yerleşmişlerdir.

       Hüyük, 1210 yıllarında Horasan’dan Konya’ya göç eden Şeyh İdris ve kardeşi Şeyh Bahri tarafından kurulmuştur. Söz konusu şahıslara ait türbeler halen İlçe merkezinde mevcuttur. 

      Ayrıca bölgenin Yontma Taş Devrinden beri iskana tabi tutulduğu, muhtelif yerlerde bulunan çeşitli tarihi eşyalardan anlaşılmaktadır. 

      Hüyük ilçesi Akdeniz bölgesinin Göller Yöresinde bulunmaktadır. Konya'nın 85 km. batısında bulunan Hüyük, kuzeyinde Doğanhisar ve Şarkikaraağaç, güneyinde ise Beyşehir ilçeleriyle çevrelenmektedir.İlçenin kuzey ve doğusu Sultan Dağları'nın uzantısı olan ve ortalama yüsekliği 1500-2000 m'lik dağlarla kaplıdır. 

       Batı'da dalgalı arazi bulurken, güney ve güneybatısı Beyşehir Gölü'ne kadar düzlüklerden oluşmaktadır. Akarsu olarak ise, kuzey ve doğudaki dağlık arazinin yağmur sularını Beyşehir Gölü’ne ulaştıran küçük dereler vardır. 
      
      Hüyük ,1943 yılında Bucak,1955 yılında Belediye ve 4.7.1987 tarih ve 3392 sayılı Kanunla İlçe olmuş, 18 Ağustos 1988 tarihinde Kaymakamın gelişi ile fiilen İlçelik faaliyetlerine başlamıştır. 

     Hüyük ilçe merkezi Konya’nın batısında yer almakta olup, mevcut karayolu ile Konya’ya uzaklığı 85 km.dir. Kuzeyinde Doğanhisar ve Şarkikaraağaç, güneyinde Beyşehir İlçesi yer almaktadır. Hüyük’ün kuzey ve doğusu dağlar ile çevrilidir. Kuzeyinde Sultan Dağları yer almaktadır. Batısında Beyşehir Gölü ve güneyinde de engebeli ve yayvan sırtlarla çevrili kuru ziraatın yapıldığı tarım arazileri vardır. İlçenin büyük bir kısmındaki toprak yapısı da aynıdır. 


     İlçemiz Hüyük, konum itibari ile Akdeniz bölgesinin kuzeyinde ve Göller bölgesinde yer aldığından, iklim olarak Akdeniz ile İç Anadolu iklimi arasında bir özellik göstermektedir. Göller bölgesinin tipik özelliği olarak, yazlar sıcak, kışlar soğuk ve yağışlı geçer.  

Ahırlı
 Ahırlı ilçemizin tarihi hakkında detaylı bilgi olmamasına  rağmen, geçmişi M.Ö. 2000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Bölgede bulunan tarihi eserlerden de anlaşılacağı üzere Türklerden önce burada, Bizans İmparatorluğu hüküm sürmüştür. 1071 Malazgirt Savaşından sonra Anadolu’ nun kapısının Türklere açılması ile birlikte Anadolu’ ya Türk akınları yapılmıştır. 

            Büyük Selçuklu Hükümdarı Melihşah döneminde Kutalmışoğlu Süleyman Şah Anadolu’ ya akınlar düzenlemiş ve bu akınların sonuncunca İznik’ e kadar ilerlemiştir. Süleyman Şah Konya’ ya geldiği zaman burasını fethetmiş, ilçemizin bulunduğu bölgeye de akıncılarını göndererek buranın fethini de sağlamıştır. Bu tarihten itibaren Ahırlı bölgesi Türk hakimiyeti altına girmiştir. Konya’ nın Türkleştirilmesi esnasında Ahırlı bölgesine, Orta Asya’ dan (Horasan) Türk aileleri gelerek yerleşmişlerdir. 

                                       GEÇMİŞTEN BU GÜNE AHIRLI 

              Ahırlı ilçesi, antik çağlarda Asia Mineur olarak bilinen Anadolu’ da İç Anadolu platosunun güneyinde bulunan İsauriç bölgesinde yer alır. Kuzey ve Kuzeydoğusu;  Lykaonia, batısı; Pisidia, güney ve güneybatısı; Pamphilia, güneydoğusu; Cilicia ve Capadokia bölgeleri ile çevrili bulunan İsauria bölgesinin sınırları içindedir. 

              Bu bölge M.Ö. 2000 yıllarında Anadolu’ da büyük devletler kuran Hititler, Persler, İskitler, Kimmetler ve Bergamalıların hakimiyeti altına girmiştir. Buraya M.Ö. IV. Yüzyılın son çeyreğinde Büyük İskender İmparatorluğu hakim olmuştur. M.Ö. I. Yüzyılda Büyük Roma İmparatorluğunun sınırları içine girmiştir. 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferine kadar Bizans’ ın hakimiyetinde kalmıştır. 

              Toros dağlarının sarp, geçit vermeyen vadileri ve tepelerinde yaşayan İsauira halkının geçim kaynağını korsanlık ve esir ticareti teşkil etmiştir. Bölgede toprak kesiminin az oluşu ve tepelik olması sebebiyle halk, bu tepeleri bir yere toplayarak araziye kazma ile buğday ekerek hayatlarını sürdürmüştür. Bölge halkı, Akdeniz’deki limanlardan faydalanarak, Toros Dağlarını üst olarak kullanmışlardır.

            Ahırlı bölgesi, İstanbul’ u fethetmeye gelen İslam gazileri tarafından İslamlaştırılmaya başlanmıştır. Bu mücahid gaziler Anadolu’ nun Hristiyan, Rum, Ermeni ve Süryani halkı ile dini ve kültürel yönde münasebetlerde bulunarak Malazgirt’ten üç asır önce Müslüman-Türk ordularına zemin hazırlayarak bölgenin fethini kolaylaştırmışlardır. Bu manevi liderler arasında Ahırlı Erdoğan Köyünde medfun bulunan Şeyh Muhammet Celalettin Hazretleri başta gelir. 

             Ahırlı, Anadolu’ nun fethinden sonra özellikle, Haçlı seferlerinde Kıbrıs ve Alanya’ dan Anadolu’ ya saldıran Haçlı sürülerine karşı Anadolu Selçuklularının da Bizanstan beri devam eden askeri ve atlı birliklerinin at tavlalarının bulunduğu bir askeri merkez ve üst olarak görev yapmıştır. Bu görevi yapan İçel Türkmenlerinden olan Dodurga Oğuz Beylerinden meydana gelen, Ahurlu Beyleri, o dönemden beri bölgeyi kahramanca savunmuşlardır. 

             Atların yetiştirildiği bu ahırlar ; eski camii (Aşağıoluk ve Hansıdı) mevkiinde bulunan yoldur. En eski yerleşim bölgelerinde Dodurga, Doğancı Deresi ve Gavur Öreni mevkileridir. O dönemlerde, Ahırlı’nın su ihtiyacı da eski camii altında bulunan su sarnıcından karşılanmaktaydı. 

              1963 yılında Belediye Teşkilatı kurulan Ahırlı, Bozkır ilçesinin Nahiye merkezlerinden biri idi. 09.05.1990 tarih ve 3644 Sayılı 130 İlçe Kurulması Hakkında Kanun ile Bozkır İlçesinden ayrılarak,  Akkise Kasabası, Aliçerçi, Bademli, Balıklava, Büyüköz, Çiftlik, Erdoğan, Karacakuyu, Kayacık, Kuruçay ve Küçüköz köylerinin kendisine bağlanması ile İlçe olmuştur. Ahırlı, 31 Temmuz 1991 tarihinden itibaren de ilçelik faaliyetine başlamıştır. 

             Ahırlı ilçemiz yemeklerini klasik yemekler dışında, düğün pilavı, keşli ekmek (saç böreği), gölle , su  böreği, arabaşı ve köpük   helva oluşturmaktadır. 

                              Ahırlı'nın Coğrafi Yapısı

             Ahırlı, Suğla Gölünün doğusundan itibaren yavaş yavaş yükselen bir set üzerinde kurulmuştur. Güneyinde Toros sıra dağları uzanır. Doğusunda Bozkır, batısında Yalıhüyük ve Seydişehir İlçeleri, kuzeyi Akören İlçeleri ile  çevrilidir. İlçe sınırları içerisinde Toros Sıra Dağlarının kuzeyinde ve eteklerinde çeşitli yaylalar mevcuttur. Bunlar; Aşağı Yayla(Bademli Yaylası), Bartlı Yaylası, Sülek, Gölcük, Karacakuyu Yaylası, Aşağı ve yukarı Sazaklar, Kayacık, Çiftlik, Erdoğan Köyü  Yaylalarıdır. Bahar aylarında bu yaylaların bazılarına göç yapılır.

           Ahırlı İlçesi 37-38 enlem, 32-33 boylam daireleri arasında yer alır. Denizden yüksekliği 1200 metre, yüzölçümü 49.000 hektardır.

          Ahırlı ilçesinin kuruluş yeri engebelidir. Yerleştiği alan sağlam kalkerlerden oluşmuştur. Deprem haritasında 4. dereceli  deprem bölgeleri içerisinde gösterilmektedir. İlçe sınırları içerisinden geçen bir akarsu yoktur. Yalnız, İlçeye bağlı Akkise Kasabası ve Balıklava Köyü arazilerinden Beyşehir Kanalı geçerek, Apa Barajına dökülür. İlçenin iklimi İç Anadolu  ve Akdeniz iklimlerinin özelliklerini taşır.

Cihanbeyli
İlçemiz Cihanbeyli'nin tarihi geçmişi Konya tarihi ile paraleldir. Konya'yı Cihanbeyli'den ayıran doğal sınırlar yoktur. Cihanbeyli tarihi gelişimi, coğrafi ve sosyal yaşantısı yönünden Konya ünitesinin bir parçasıdır. 

      Cihanbeyli'nin ilk adı Esbikeşan'dır. Daha sonraları "İnevi" adını almış ve uzun yıllar İnevi adını taşımıştır. Esbikeşan İlçesi ilçelikten bucaklığa, bucaklıktan ilçeliğe çok kez yer değiştirmiştir. 
       
        Böğrüdelik Köyüne Cambegli Aşireti yerleşir. Böğrüdelik 1928 yılında ilçe merkezi olur. Cihanbeyli de "Mürseli Efendi" Nahiyesi adını alarak bu ilçeye bağlanır. 1929 yılında Böğrüdelik'ten ilçelik kaldırılır, Mürseli Efendi Bucağı ilçe olur. Böğrüdelik'te bulunan Cambeyli Aşiretinin adına uygun olarak Mürseli Efendi adı Cihanbeyli'ye dönüştürülür.

        Cihanbeyli, İç Anadolu Bölgesinin orta kısımlarına düşer. Bağlı olduğu Konya İlinin 100 km. kuzeyinde, Tuz Gölünün batısındadır. Konya-Ankara yolu ilçemize canlılık katmaktadır.

        Cihanbeyli kuzeye doğru uzanan Konya Ovasının devamı gibidir. İlçenin bulunduğu kesimler geniş yayla özelliği gösterir. Ova-yayla özellikleri Ankara'ya doğru Kulu İlçesi komşusunu da alarak sürer. 

       Ovaların deniz yüzeyinden yüksekliği genellikle 950 ile 1000 metre arasındadır. Yayla kısımlarının deniz seviyesinden yükseklikleri 1000 metreyi aşar. 

       Önemli tepesi, güneyde bulunan Bozdağ'dır. Yüksekliği 1150 m'yi bulur. Cihanbeyli'nin doğusunda Tuz gölü ve Aksaray İli, batısında Sarayönü ve Yunak İlçeleri, güneyinde Altınekin İlçesi, kuzeyinde Kulu İlçesi ile Haymana İlçeleri vardır. 

     Cihanbeyli yöresinin tek akarsuyu İnsuyu Çayıdır. Tersishan (Tersakan), Süt Gölü, Acı Göl ve Adil Göl, başlıca gölleridir.

       Her türlü otomobil sporlarının yapılabileceği ve akşam güneşinin ayrı bir güzellik sergilediği Tuz Gölü ve peri bacaları oluşumları ile ilgi çekicidir. 

Kulu
 İlçemiz Kulu, klasik devirlerde (drya) harabeleri üzerinde kurulmuştur. İlçenin 300 yıllık bir geçmişi vardır. 1780 yılılnda Kulupoğlu Mustafa isminde birisi Afyon dolaylarından gelerek Kulu'nun şimdiki bulunduğu yere yerleşmişlerdir. Aşiret beyinin isminin Kulupoğlu Mustafa (Kulu Beyi) olması sebebiyle ilçenin ismi kesinlik kazanmıştır. Kulu, 1926 yılında bucak, 1954 yılında ilçe olmuştur.

      Kulu İlçesi, doğusunda: Şerefli Koçhisar, Batısında: Cihanbeyli-Haymana, Kuzeyinde: Ankara ve Haymana, Güneyinde ise Cihanbeyli ve Tuzgölü ile çevrilidir. Kulu, Ankara-Konya asfaltı üzerinde olup, E-5 karayolu ilçe sınırları içerisinden geçmektedir.

      Önemli Dağları, Ovaları; İç Anadolu Bölgesinin ortasında yer alan Kulu, İç Anadolu'nun karakteristik tabii yapısını  taşımaktadır. Oldukça geniş ve düz arazi yapısı vardır. Çok az engebeye sahiptir. Batısında Karacadağ mevcuttur. Bu dağın yüksekliği 1739 metredir. 

      Kulu ilçesinin içinden geçen güçlü bir akarsuyu yoktur. Fakat bunun yanında kapalı havza durumunda kışın yağışlarla güçlenen, yazın da kuruyan çaylar vardır. Merkezin ortasından geçen derenin suyu yazın azalmakta, İlçenin 3 km. doğusundaki Küçük göle akmaktadır. İlçe merkezine bağlı bazı pınar ve çeşme suları bulunmaktadır. Bu suları  halk, kendi yazlık bağ, bahçe ve hayvan sulama işlerinde kullanarak değerlendirmektedir.

      Kulu ilçemiz Bozkır bitki örtüsüne sahiptir.İlçe arazisinin büyük bir bölümü engebesiz olduğu için ziraata elverişli bulunmaktadır.Araziye halk son yıllarda da pancar,  kimyon,  mercimek,  anason ve  çöro otu  ekmektedir.  Ekim genellikle nöbet usulü yapılmakla beraber artezyen kuyularının gittikçe çoğalması  üzerine çift mahsül alma usulü de geliştirilmektedir.Çift mahsul almada genellikle arpa ve buğday  başta  olmak  üzere  bunlara  pancar, kimyon mercimek,  anason ilave olmaktadır. 

       Kulu' nun doğusunda bulunan ve 180 kuş çeşidinin mevcut olduğu "Düden Gölü" ilçeye canlılık kazandırmaktadır. Ayrıca gölün bulunduğu alan avcılık açısından Türkiye'nin sayılı yerlerindendir. İlçenin çeşitli yerlerinde hüyükler mevcut olup Karacadağ Kasabası'nda tarihi mağaralar bulunmaktadır.

                              KULU (DÜDEN) GÖLÜ

       Kulu ilçe merkezinin 5 km doğusunda bulunur. Göl geniş alüvyonlu bir girinti ile ikiye ayrılır. Yer altı kaynakları ile beslenen güneydeki Küçük gölün suyu tatlıdır.

       Küçük Gölün kuzeyde bulunan Düden Gölü, batısındaki Kulu (Değirmenözü) deresi ile beslenmektedir. Suyu ise hafif tuzludur. Bu durum önemli bir habitat çeşitliliğinin görülmesini sağlar. Hem flamingo, kılıçgaga gibi tuzlu su kuşlarını, hem de tatlı su kuşlarını alanda görmek mümkündür. Gölden su çıkışı yoktur.

      Gölün çevresinde doğal bitki örtüsü azdır. Göldeki adaların çoğu ilkbahar aylarında otlarla kaplıdır. Göl, tarım yapılan tarlalar ve bozkırlarla çevrilidir. Kuzey kıyıları boyunca yer yer büyükbaş hayvan otlatılan ıslak çayırlar vardır.

     Son birkaç yıl içinde kuş gözlemciler tarafından yapılan sayımlar sonucunda gölde en az 172 kuş türü bulunduğu saptanmıştır. Alanda 54 kuş türü de üremektedir. Nesli dünya çapında tehlike altında olan dikkuyruklar gölde üremektedir. 

      Küçük gölde bulunan sazlıklarda çok sayıda ötücü kuş gözlemlemek mümkündür. Gölün etrafındaki bozkır alanlarda ise bağırtlak gibi step türleri görülebilir. Göl, göç döneminde pek çok kuş türü için önemli bir barınaktır.

Yunak
Yunak, pek çok medeniyetin uğrak yeri olmuş ilçelerimizdendir. Lidya devletinin Kral Yolu (Altın Yolu) Yunak İlçemizden geçmektedir. Sivrihisar'a bağlı Ballıhisar'daki yol kalıntıları kral yolu konusunda bilgi vermektedir. Yunak ve çevresinin ormanlarda kapalı olduğu ve yaygın olarak bağcılık yapıldığı, günümüzde elegeçirilen buluntulardan anlaşılmaktadır.

         Yunak, adının kaynağı ile ilgili çeşitli görüşler vardır. Bunlardan birisi Karataş deresinde çamaşır ve hayvanlarını yıkayanların isteklerini anlattıkları "Yunak(Yıkanalım)" kelimesidir. İkinci görüşe göre Turgutlular koyun ve kuzularını Karataş deresinde yıkamışlar ve temizlenen hayvanlara bakarak "Yünü Ak" demişlerdir. Bu değiş zamanla "Yunak" biçimine dönüşmüştür.

         1912 yılına kadar Çeltik kasabasına bağlı olan Yunak, sonradan Hatırlı'ya bağlanmıştır. İlçe merkezinin Cihanbeyli'ye alınması üzerine Akşehir'e bağlanan Yunak, bucak statüsü kazanmış, 1953' te ise ilçe vasfını kazanmıştır. 

         Yunak ilçemiz, Konya'nın kuzeybatısında yer alır doğusunda Cihanbeyli, batısında Emirdağ ve Sultandağı, güneyinde Ilgın, Kadınhanı, Sarayönü güneybatıda Tuzlukçu, kuzeyde Polatlı, Haymana ve Çeltik ile sınırı vardır.

         Yunak tarihini araştırdığımızda, önceleri hayvancılığın ağırlıklı olduğunu görüyoruz. Ticaret amacı güden tarımsal çalışına yapılmakta, kendi ihtiyaçlarını giderecek kadar ekim yapılmakta, kendi ihtiyaçlarını giderecek kadar ekim yapılmakta idi; zamanla verimli çeşitlerin ve sulanır alanların artması nedeniyle, tarım sektöründe gelişmeler görülmüştür.

          Cumhuriyet dönemi sonrası ekonomisi tamamen tarım ve hayvancılığa bağlı olan Yunak, günümüzde de bu özelliğinden pek bir şey kaybetmemiştir. Bugün, yerleşmenin merkezini resmi binaların, dükkan, mağaza ve diğer bazı işyerlerinin yer aldığı, halkın çarsı dediği Hükümet Caddesini çevreleyen yerer oluşturmaktadır. Yunak, günümüzde; Karataş, Yeni, Esentepe, Selçuk, Fatih ve Esme isimleriyle bilinen altı mahalleden oluşmaktadır. İlçenin halen 5 kasabası, 31 köyü, 5 mezrası ve 22 yaylası vardır.

          Yunak merkezinde Mağara ve sığınaklar ile sur kalıntıları, Turgut Kasabası Miskamit şehir Harabeleri, Harunlar köyündeki kale yıkıntıları, Hursunlu köyü Taşkınlar yaylasındaki kale ve içindeki şehir harabeleri, Piribeyli Kasabasının Samıt ve Kapaklı mevkiindeki Pissiya şehri kalıntısı, aynı yerin Malçıskan mevkiindeki yığma hüyük ve Lahid kalıntıları, yine Karagöz Ağılı Mevkiindeki kilise ve şehir harabeleri buranın tarihi ve turistik yerleri olarak tanınmaktadır.